ayşe düzkan
öncelikle şunu söylemek istiyorum. bugünün türkiye’sinde barış talebi kürt meselesiyle sınırlı olmaktan çıktı. çünkü daha önce de yer yer, seçmeni etkilemek için “kerkük bizim olsun” gibi cümlelerle dillendirilen ama sınır ötesi harekâtlar dışında hayata geçmeyen yayılmacı politika artık devletin dış siyasetinde önemli bir rol oynuyor. bu duruma ne ad verileceğine dair tartışmaları daha kapsamlı yazılara bırakarak vurgulayayım; nasıl ki abd’de barış hareketi devletin yayılmacı politikalarını hedef alıyorsa, türkiye’de de barışla ilgili bütünlüklü bir siyaset buna değinmeden mümkün olmaz.
geçmişte iç bir mesele olan kürt savaşı artık uluslararası bir konu haline geldi ve haritaların değişmesini de içerebilecek çözümlerin söz konusu olduğu her sorun gibi dünyanın egemenlerinin müdahalesine açık. ama yine de konunun terim yerindeyse kapısı, ülke içinde, ülke siyasetinde açılacak.
çok tekrar edilen bir söz var; “en kötü barış en iyi savaştan evladır.” buna katılmıyorum. barış silahların susmasından ibaret görülemez. barış, bir tarafın diğerini ezmesi de değildir ki tarih bize bunun gerçekleştiği durumlarda “sorun”un tekrar yüzeye çıkmasını birkaç on yıldan fazla zaman almadığını gösteriyor.
dünya çok gerilla savaşı gördü, bir irlandalı yazarın ifadesiyle gerilla yenilmedikçe galip, devlet yenmedikçe mağlup sayılır. savaş sürer, canlar yanar. silah tüccarları, inşaat firmaları, askeriyenin tedarikçileri kâr eder. barış müzakereyle başlayan bir süreç. ve masaya kimler savaşıyorsa onlar oturur.
bunlar, en azından bu mecranın okurlarının çok iyi bildiği şeyler.
ama barış teriminin tekrar telaffuz edilmeye başlandığı şu günlerde söylenecekler, şu günlerle de yakından ilgili. bu çok haklı talebin, bu çok acil, önemli meselenin gündelik parlamenter siyaset içinde araçsallaştırılmasına, olağan tarihinden önce yapılacağı kesin gibi görülen seçimlere yönelik hamleler için kaldıraç niyetine kullanılmasına, kürt halkının ve dostlarının gözünü boyamaya vesile edilmesine razı gelmeyeceğimizi aslında dost da, düşman da biliyor.
gelecek günler ne getirir bilinmez ama türkiye’nin geleceğinde akp olmayacak. akp’nin içinde bulunduğu herhangi bir süreç gelecek olarak tanımlanamaz. dolayısıyla barış talebinin muhatabı akp ve ortakları değil, o kendisine verilen büyük bir şansı, suriye’den toprak almak hayaliyle ve şahsımın koltuğundan edilme endişesiyle bozuk para misali harcadı.
o yüzden barış, bugün temelleri atılan, eğer müdahale edemezsek bugünkünden çok farklı olmayabilecek, müdahalemizin de ancak gücümüz oranında etkili olacağı, yakın gelecekteki türkiye’ye dair bir mesele. her zaman karamsarlıkla umudu birlikte barındıran türkiye.
geçen müzakere dönemi bence bize şunları gösterdi:
gerçek, kalıcı, adil barış, ancak toplumun tamamı, hiç olmazsa çoğunluğu ikna edilebilirse mümkün.
akp-mhp ortaklığının etkisiz hale getirmeye çalıştığı meclis, barış müzakerelerinin taraflarından biri olmalı. aksi halde bütün toplumu barışa ikna etmek mümkün değil ve geçmişte bunun akp’nin ve savaş tüccarlarının işine geldiğini gördük. çünkü müzakere sürecini kendilerine bağımlı hatta mahkum kılacak şekilde yürüttüler. erdoğan’ın dolmabahçe görüşmeleriyle ilgili yaklaşımını ve dahlini nasıl inkâr ettiğini hatırlayanlarınız mutlaka vardır. süreci parlamenter rakiplerinin de dahil olacağı şekilde yürütseydi bunu yapması o kadar kolay hatta hiç mümkün olamazdı.
türkiye’nin geleceğinin bir tür koalisyonla kurulacağını tahmin etmek güç değil. halkın ezilen ve sömürülen kesimlerinin yani işçilerin, kadınların, kürtlerin, lgbti+’ların taleplerini bu koalisyonun programına dahil etmek bu koalisyonda yer almaktan daha önemli. örneğin, bu tür bir ittifakta yer alabilecek herhangi bir kurumsal varlığı bulunmayan kadın ve lgbti+ hareketlerin son yıllarda yükselttikleri en önemli taleplerden biri olan istanbul sözleşmesi’ne geri dönmenin, böyle bir programda yer alacağını öngörmek mümkün. çünkü bu talep geniş kitlelere mal oldu.
aynı şeyi barış için de yapabiliriz, yapmalıyız. adil bir barışın kapısı olan müzakere masasının kurulması talebinin yükselmesi, hdp’nin böyle bir koalisyonun parçası olmasından daha önemli. bunun için hepimize iş düşüyor. her yerde, herkesle barışı konuşmanın zamanı; tabii ki karşımıza zihni militarizmle, milliyetçiliğin, ırkçılığın en çirkin biçimleriyle zehirlenmiş insanlar çıkacak. ama yaşadığımız ülkenin halkını beğenmeme lüksümüz yok, onun bilincini değiştirme sorumluluğumuz var.