Son süreçte ekonomik-politik analize niyetlenerek kaleme alınan neredeyse bütün yazılar saray iktidarı için bir sıkışmışlık hali tarifi yapıyorlar. Hemen herkes, neredeyse ülkenin kilitlendiği İstanbul seçiminin sonucu ne olursa olsun, Erdoğan’ın bir sıkışmışlık ve tıkanıklık içerisinde kıvrandığı ve engellenemez bir şekilde bayır aşağı gittiği konusunda hemfikir. Sıkışmışlık durumu, ekonomik kriz ve S-400 meselesinde kendini belirgin hale getiriyor ve ironik bir şekilde her iki meselede de atılması mecbur hale gelmiş adımlar içerideki siyaseti, sarayın ittifak çizgilerini hatta varlık koşullarını belirleyecek kadar kritik önem taşıyor.
Ağır ekonomik krizin sebeplerinin başında üretimin kapitalist karakteri kadar saray ve çevresindeki sermaye grubunun yağmacı politikalarının etkisi bulunuyor. Bu blok, devlet ihalelerini ve kaynaklarını zenginleşmenin bir aracına çevirirken kendisini bir çeşit komisyoncu gibi de örgütledi. Siyaset, Erdoğan’ın belirleyiciliğinde merkezîleşirken ailenin çıkarları devlet ve ekonomi ile birleştirildi. Bu durum kaçınılmaz olarak bu blokun varlığını iktidarda kalmakla bağlı hale getirdi. İktidarda kalmak bu blok için bir beka soru haline gelmiş bulunuyor. İstanbul seçimlerini bu kadar önemli hale getiren mesele de burada yatıyor. İstanbul seçimlerini önemli kılan, İstanbul’un kaybının Erdoğan’ın kendi partisi üzerindeki hegemonya kaybı anlamına gelmesidir.
Erdoğan, İstanbul’u geri alarak partisini bir arada tutma derdine girmiş bulunuyor. 31 Mart yenilgisi bu hegemonyanın kaybedilmesi anlamına geldi, şimdi ne kadar uğraşırsa uğraşsın yenilmiş bir kişiliktir. 23 Haziran seçimi ise bu yenilginin hız ayarı olacaktır. Seçimin tekrar kaybedilmesi kaçınılmaz bir şekilde Erdoğan’ı kendini kurtarmak adına adımlar atmaya zorlayacaktır ki bu adımlar onun yanındakilerden kopmasını dayatacaktır. Aynı durum seçim sonrası devreye girecek ekonomi politikaları için de söz konusudur.
Krizden çıkış yapabilmek için anlaşarak ya da anlaşmadan IMF politikalarını devreye koymak zorunda kalacaktır. Bu politikaların ortak özelliklerinden birisi, faturayı işçi sınıfı ve yoksulların sırtına yıkmak ise diğeri de bu yönelimin doğrusal adımı olan kamu harcamalarının kısıtlanması ve denetim altına alınmasıdır. Bu durum, devlet ihalelerinin yağmasından zenginleşen sermaye için suyun musluğunun kapanması demektir. Bu bir çıkışsızlık halidir. Yağma devam etmekte ise de kriz devletin iflasını dayatacak derinliğe doğru ilerlemektedir. Bu politikalarda ısrar, iflas demek olacaktır.
Bu yüzden, bugüne kadar sessiz olan TÜSİAD açıkça sesini yükseltmeye başlamıştır. Benzer bir sıkışıklık hali Suriye, dolayısıyla başlatılan ve büyük güçler arasındaki çelişkilere oynayarak kendi çıkarlarını realize etmeye dayanan dış politikada ortaya çıkmış durumdadır. Rusya-Çin ekseni ile NATO ekseni arasındaki mücadelenin sertleşmesine paralel olarak bu güçler arasında hareket edilebilecek oyun alanı ortadan kalkmış bulunuyor. S-400 meselesi bir füze satın almaktan öte bu iki kutuptan hangisinin seçileceği meselesidir ve Erdoğan’ın fazla hareket şansı bulunmamaktadır. Füzelerden vazgeçmek İdlip, Afrin ve Bab bölgesinde Rus uçaklarının kanatları altındaki askerler ve destekçileri için büyük tehdit oluşması demektir.
Tersten, füzelerde ısrar yıkım anlamına gelecektir. TL’nin aşırı değer kaybı, devleti ve piyasaları her çeşit döviz operasyonu karşısında savunmasız bırakmıştır. ABD tepkisinin bununla sınırlı kalmayacağını, NATO’nun Türkiye’nin ellerinden kayıp gitmesine seyirci kalmayacağını en fazla Erdoğan bilmekledir. İronik bir şeklide dış politikadaki tercih, içeride Erdoğan’ı 7 Haziran sorası iktidara taşıyan, başarısız darbeden koruyan ve onu iktidarda tutan Avrasyacı ekiple yola devam edilip edilmeyeceğinin tercihi olacaktır. MHP payandası çekildiğinde Erdoğan azınlık kalacaktır. Bu, sıkışma halidir. Son tahlilde, sarayın baş aşağı gittiği yönündeki tespitler haklıdır. Eksik olan, bu tespitin sosyalist sol tarafından da paylaşılıyor ve siyasetin bu tespit üzerinden Erdoğan sonrasına dair yapılıyor olmasıdır. Bu siyaset, belli başlı çevreler tarafından kendi varlığını koruma adına siyasetten kaçış olarak şekillenirken, bazı çevreler için CHP’ye eklemlenme olarak devreye konmaktadır. Bu, devrimcilikten vazgeçmektir. Sermaye, Erdoğan sonrasına Erdoğanlı ya da onsuz hazırlanmaya başlamış bulunuyor.
Seçimler İmamoğlu şahsında Erdoğan’a alternatif çıkarırken, Babacan ekibinin hamlesi beklenir hale gelmiş bulunuyor. Sol, egemen güçler arasındaki bu çatışma ve sıkışıklık haline işçi sınıfı ve ezilenlerden yana bir cevap üretme potansiyeline sahip değildir. Kabul edilmesi gereken, bir bütün olarak sınıf hareketi ve sosyalist muhalefetin benzer bir sıkışmışlık haliyle mustarip olduğudur.
Sosyalist sol, verili dağınık-parçalı yapısı ve yetersizliği ile iktidarın sıkışıklığına sermaye dışından bir çözüm üretme ve adres olabilme şansına sahip değildir. Bu da solun sıkışmışlığıdır. Bu sıkışmışlıktan çıkış ancak verili örgütsel formları aşmayı peşinen kabul eden, sermayeyi, sarayı, emperyalizmi cepheden karşısına alan ve Kürt halkıyla omuz omuza yürümeyi peşinen kabul eden devrimci bir yan yana gelişle mümkündür. Gelmekte olan süreç, devrim iddialarından vazgeçildiği değil bu iddiaların yükseltileceği bir dönemdir. Erdoğan’ın sıkışmışlığı çözümsüzdür; sosyalistlerin sıkışmışlığı daha güçlü hamleler için büyük fırsattır ve bu fırsat heba edilememelidir.