Böyle sıcak bir temmuz gününde aramızdan ayrıldığında onu tanıyan bilcümle muhalifler, ezilenler selama durdu… Saçları bir sözle örülüp bir sözle çözülen kadınlar ağıt yaktılar.
Onu karşı kıyıda devlet dersinde öldürülmüş çocuklar karşılamıştır mutlak. Bir teneffüs daha yaşasalardı tabiattan tahtaya kalkacak çocuklar.
Tabii ki anladınız. Şiirin kural dışı fotoğrafı Ece Ayhan’dan söz ediyorum… Benzersiz kimlik. Kendi başına bir cumhuriyet. Sivil ve karadilli… Öncülsüz ve ardılsız, çıraklık ve kalfalık etmeden usta… Ömrü billah resmi olanla cebelleşti.
Ne biat ne itaat. Külliyen itiraz olarak geçilmiştir kütüklere… İcazet olmayınca da hem nalına hem mıhına…
***
Katları vardır şiirin, birinci katında kendi oturur, kendi mülkünde kiracı… İkinci katında dışlanmışlar yaşar; horlananlar, sabıkalılar. Bezirgânlardan bıkmış kentin en bezginleri…
Geleneği ve moderni birkaç defa hatmetmiş. Kara, sıkı, sivil giysili bir şiir. Yetmişinde bile devlet desenli gömlek giymedi… Tüzüklerle çarpışarak büyümüş.
Çokkültürlü, bindallı ve okkalı… Divit mürekkebi mor. Kolay olmayan ve kolaydan kaçan bir şiir, okuyucusunu horlamadan zorlayan.
Beyaza karşı karaderili, sarışına karşı karaşin. Hayatın müzmin muhalifi, iktidar olmayı hiç düşünmedi. Köprüyü geçenlerin değil, köprü altındakilerinin yanında… Belki de bu yüzden gülkurusu, piçkurusu şiirler…
Şiirinin ilhamında dışlanmışlar, düşürülenler, hal ve gidişi sıfır olanlar, yasaklananlar vardır. Mazlumun toplumsal pozitifi.
Onun için şiirin imla kuralları tarihin noktalama işaretlerinden daha doğrudur. Yani fermanlardan, anayasalardan, babayasalardan daha doğru ve daha gerçekçidir. Zaten en küçük bir toplumsal değişimin bile ilk habercisi iyi ve sıkı şiirlerdir. Yani sivil şiirler… Ol sebeptendir “Sivil” sözcüğü belki de bir dilin en cıvıl cıvıl, en haşarı, en sevimli sözcüklerinden biridir ve yine bu yüzdendir belki; şiir önce sessiz çekilip sonra dublaj yapılmaz. Hiçbir kurgu gerçek kadar çarpıcı olamaz. Aslıdır her şeyin en güzeli… Sesi gerçeklikte yankılanır Ece Ayhan’ın ve yüksek volümdedir.
***
Hep uzak ve yakın tarih, felsefe yorganı, sosyoloji yastığı, siyaset bilimi külhani yanı…
“Şiirimiz mor külhanidir abiler” alkışlananı değil, görmezlikten gelineni kurcalar. Ahı alınmışların ahı onun derdi, onun vah’ıdır. Ama dertli dertli söylemez, dobra dobradır imgelemi… Ortalamaya ve sıradanlığa teslim olmayan bir şiir… Kapalıdır kapı, tıklatmadan girilmez şiirin huzuruna, imgenin ambarına. Donanım ister. Yani “Çanakkale geçilir Melahat geçilmez”
Kendi tabiriyle “huysuz ve asi”… Bir cadının kanını taşıdığı rivayet olunsa da keşişlerle arkadaşlığı herkeslerin malumu. Şiiriyse hiç kimseyi iplemez bir geniş zaman kiplemesi… Gerçi yalın sayılmaz ama yalın ayak… Hep koşarken görüldü dizeleri… Yalın ayak, ayakları yanarak.
Yaya oldu hep, “Oto”su olmadı hiç… Ne otorite ne de otokontrol, hatta bu yüzden otobiyografisi bile tam yazılamadı. Mülkiyeli bir mülksüz.
Toplum düzenine, devlet-birey ilişkilerine, eğitim sistemine, tarihe sürekli olarak eleştirel tutumuyla onun şiiri tarihin ve hayatın derinliklerinde örtbas edilmiş gerçeklerin resmidir.
En az etik ve estetik kadar tarih bilinci de gereklidir. Önce resmi tarihe salvo atışlar gerek. Sonra atlasları getirin.
Köktenci, reddiyeci, anarşist bir ruh ki derviş olacak yerde şiirin sokak çocuğu olmayı yeğlemiştir. El-pençe divan durulan bir dünyada ve piyasada elbette “Esas duruş mülkün temelidir” diyecek… Yarası olan gocunsun, kollayan kollamış ve koruyan koruyabilmiş kendini… Aşk olsun…
Şair dediğimiz biraz da etik’çi değil midir? Şiirin Ece’si bize biraz da bunu göstermedi mi? Elbette soru değil bunlar, mevzu Ece Ayhan olunca… Soru işaretleri kaldırıla… Üç kez şuara suresi okuna ve bütün ahali hep bir ağızdan, yüksek sesle: Helal olsun Abi!