Ahmed Arif’i, “Şiirin ruhuna mührünü basmış, imzasını atmış bir şair” diye tanımlayan Şair Hicri İzgören, “Onun şiirleri her dem duygu dünyamızı zenginleştirdi” dedi. Şair Şükrü Erbaş da, şiirlerini büyük yapan temel özelliğinin; halkın sorunları ve acılarına eğilmesine bağladı.
Lezgin Akdeniz-MA
Bugün, büyük şair Ahmed Arif’in ölüm yıldönümü. 21 Nisan 1927’de Diyarbakır’da gözlerini açan Arif, şiirlerinde hep ezilenin yanında oldu.
“Adiloş Bebenin Ninnisi”, “Karanfil Sokağı”, “Otuzüç Kurşun”, “Uy Havar”, “Leylim Leylim” gibi şiirlerinin toplandığı tek kitabı “Hasretinden Prangalar Eskittim” ilk kez 1968’de yayımlandı ve Türkiye’de en çok basılan kitaplar listesine girdi. Ankara’da yalnız yaşadığı evinde 2 Haziran 1991’de geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitiren Arif, geriye “yürek işçisi” edasıyla yazdığı toplumcu şiirleri bıraktı.
Şair Hicri İzgören ve Şükrü Erbaş, ölümünün yıldönümünde Arif’in şairliğini anlattı.
‘Şiirimizin nazlı filintası’
Arif için “Şiirin ruhuna mührünü basmış, imzasını atmış bir şair” diyen Şair Hicri İzgören, şunları söyledi: “Özü itibariyle acılardan zulümlerden süzülmüş bir duyarlıkla, yaşanası güzel bir dünya özleminin imgesini kurdu. Ahmed Arif tek bir kitabın şairidir; ama söyleyeceğini bu tek kitapta söyleyebilmiş, yılların yıpratıcılığına karşı taptaze durabilmiş bir şairdir. Saklısı ve gayrısı yok. O, nazlı filintasıdır şiirimizin. Söz’de töz, yürekte köz olan mısranın haysiyetidir. Korkusuz, pazarlıksız. Hilafsız, üryan, kırgın, kederli. Ufku iyi bellemiş, yüzünde bir şark çıbanı gibi taşır dağların imgesini. Bir mısra boyu macera onun imgeleminde gün değil, yıl değil çağları kapsar. O’nun şiiri hayata ve bize kattığı değerlerle her dem düşünce ve duygu dünyamızı zenginleştirdi, umutlarımıza can suyu oldu. Kalbi dinamit kuyusuydu 2 Haziran 1991’de patladı; ama şiiri belinde Diyarbekir kuşağı, zulasında sevdasıyla volta atmaktadır namus bildiği yolda. Her mevsim daha genç daha verimli.”
‘Şiir benim öfkem’
Arif’in Türkçe şiirinin uç ve özgün bir örneği olduğunu söyleyen Şair Şükrü Erbaş da, “Nazım damarından süren, ama biçem olarak ona benzememeyi başarmış bir şairdir. Ahmed Arif’in en büyük başarısı, toplumcu şiirde şiirsel imgeyi ve lirizmi en etkili, en çarpıcı ve içerikle en uygun biçimde kullanmayı başarmış olmasıdır. O yalnızca Nâzım’dan değil, Külebi, Necatigil, Dıranas gibi çok farklı şairlerden de beslenmiş, şiirsel gizi, zenginliği yakalamış, ama onların hiçbirisi gibi yazmamıştır. ‘Şiir anlaşılır olmalıdır ve insanı yüreğinden yakalamalıdır’ der ve devam eder: ‘Ses benim için önemli değil, benim şiirimde söz vardır. Şiir benim öfkem, sinirim, isyanımdır. Bu da toplumun belli bir halinden geliyor. Deli değilim kendi kendime öfkeleneyim’” ifadelerini kullandı.
‘Yoksul halkın hayatını yazdı’
Arif’in şiirlerini büyük yapan temel özelliğinin; halkın sorunları, acılarına eğilmesine bağlayan Erbaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Son derece güçlü bir yapı, bütünlük içinde kurmuştur şiirini; ama aynı zamanda onun şiiri bir mısra şiiridir. ‘Şiirde mısranın haysiyetine inanırım’ der. Tüm bunların ötesinde O’nun şiirini büyük yapan temel özellik, kendisinin söz dediği, halkın acıları, umutları, dertleri ve düşlerinin; yokluğunun, yoksunluğunun, şiirin ana izleğini oluşturmasıdır. O, Kürt insanını, aşiret gerçeğini, yoksul halkın hayatını yazmıştır, ama şiiri yerelin dar kalıplarında tıkanmamıştır. Öyle olsaydı, büyük kentlerin, Orta Anadolu’nun, Ege’nin, Trakya’nın insanı nasıl aynı tadı alır, etkilenir, severdi. O, coğrafyasının gerçeğinden ülkenin gerçeğine, oradan da insanın ve mazlum halkların evrensel gerçeğine ulaşmayı başarmıştır ve bunda da dünya görüşünün payı büyüktür.”