Onu durduracak bir şey yok. Yüz kat çıkıyor, yüz elli kat çıkıyor. Yetmiyor, yükselme arzusu dinmiyor. Sekiz yüz yirmi sekiz metreye, dünyanın en yüksek binasının üstüne çıkıp baktığında müthiş bir şey başardığını görüyor. Hayranlık duyduğu elleriyle gurur dolu başını kavrıyor, şan ve şeref onu bekliyor. Yükselmek değil de gizlenmek isteyen kayıp çağların bilgisi becerikli bir el ise az ötede yonttuğu taşla göğe yükselen kayalığın yumuşak karnını oyuyor. Uzun uğraşlardan sonra nihayet güvenle sığınabileceği ilk insan yapımı barınağı inşa ediyor. Akşamın tül perdesi indiğinde yeryüzünün ilk mimarının aklına eseriyle gurur duymak hiç gelmiyor. Yırtıcı hayvanların çığlıklarını dinlerken o sadece gecenin bitmesini ve yalnızca ondan alınmış günışığının geri verilmesini diliyor.
Sesi gururunu okşuyor. Çok şey başarmış, büyük yapıtlar doğurmuş güneş genişliği parlak alnına sol işaret parmağıyla vuruyor. Düşünüyor, kan ter içinde. Titreyen bir elle, rahatsız edici bir duyguyla “tarihin belli bir noktadan sonra artık gerçek olmamış olabileceğini” yazıyor. Sözcükler yan yana dizildikçe insan ile gerçeklik arasındaki mesafe açılıyor, bir noktadan sonra artık görünmez oluyor ve biri ötekini ebediyen terk ediyor. Dev yapıtının son sayfasını çevirirken kısık bir sesle şunları kayda geçiriyor: “Sanki ağır ağır değil de gerçekliği ansızın terk ettik ve o zamandan beri ne olmuşsa aslında hiç olmamış ve bizlerin de bunu hiç anlayamamış olabileceğimiz tedirgin edici bir olasılık…” Ama az uzağında, bilinmez bin yıların ötesinde yarı çıplak bir insan, karşısına oturttuğu tanrıya şu öğütleri veriyor: “Başkasının hafızasıyla insan hatırlayamaz. İnsanlar kaybedecek, ama hatırlamayacaklar.
Tekrarlayacak, ama yaşamayacaklar. Birçok şeyi keşfedecek, ama bunların hiç birisini gerçekten tanımayacaklar.” Onların söylediklerini bir taş parçasına kazıyan çocuk neyi yarattığını hiç bilmiyor, yeryüzünün ilk şairi şiiriyle övünmüyor, bunun ona şan ve şeref, ömür ve zenginlik getirmesini beklemiyor.
Adam karşıdaki boş panoya bakıyor. Bir şeyler düşünüyor ve yavaşça dokunuyor. Arada durup yeni çizgiler ekliyor. Zihninden fırçanın ucuna, fırçadan boş zemine renkler akıyor. Birbiriyle boğuşan tüm o renk kalabalığından inanılmaz derecede canlı bir kadın yüzü doğuyor. Fırça, bu olağanüstü yüzün üstünde geziniyor ve şimdi kadın gerçekten ona bakıyor ve düşünüyor gibidir. Biraz daha. Ve resim şimdi de yaşayan bir varlıkmışçasına gözlerinin önünde değişiyor, daha bir farklı görünüyor. Adam kaşlarını çattığında, kadın onunla alay ediyor, daha dikkatli baktığında kadının gülümsemesinde bir hüzün gölgesi yakalar gibi oluyor. Adam yüzyıllar sonra bu yüzün bakanlar üzerinde bırakacağı etkiyi düşünüp gülümserken, çağlar önce Blombos Mağarası’nda bir kadın, ateşin yanında uzanmış ve ilk kez toprağa gömülme onuruna erişecek olan ölünün duvara vuran gölgesini çiziyor. Bunu yaparken yeryüzünün ilk ressamı kendinden geçmiyor, kendi dehasının alevleriyle kavrulmuyor, sadece bu çizgilerin yürüyüp bir başka varlıkta soluk alabileceğini hayal ediyor.
Tunç dökümlü heykel ülkenin en gösterişli, altında sayısız ölünün yattığı sarayın bahçesine törenlerle indiriliyor. Yönelen ilgi, patlayan alkış ve artan itibarın altında kımıldayamaz hale gelen heykeltıraş, ölümün hükümran gecesinden güzelliğin şafağını doğurduğundan şüphe duymuyor. Geçmişi kan götürdüyse geleceği şan getirir. O yüzden bakışları öyle tedbirsiz, karıncalanan parmakları öyle sabırsız. Ama onun az ötesinde, sessizliğin buz kırığı çağlarından dikkatli bir el, iri bir hayvanın güçlü dişini sabırla yontmaktadır. İnsan kıvrımlı gövdeyi aslan başıyla taçlandırdığında Stadel Mağarası’na bağdaş kurmuş yeryüzünün ilk heykeltıraşı hangi kapıyı araladığını hiç bilmiyor, o sadece aslaninsan formundaki koruyucu bir ruhun mağaranın derinliklerinde sessizce dolaştığını hissediyor.
Parmağı nükleer başlıklı füzenin düğmesinde, güç, aklını alıyor. Bu yüzden eski bir avcı toplayıcıya göre ellerini kullanmakta çok daha beceriksiz olduğunu hiç düşürmüyor. Hâlbuki ucu çakmaktaşından sopayı yeryüzünün ilk savaşçısı birkaç dakika içinde yapıvermişti. Ama hatırlamıyor işte, kudretli adam öylece bakıyor, milyon yılda olan hiç olmamış gibi.