Özgür Müftüoğlu
Afgan ve Suriyeli sığınmacılara yönelik ayrımcı söylemlerle beraber toplum, ırkçılık üzerinden ayrıştı.
Sığınmacıları istemeyen, ülkelerine gönderilmeleri gerektiğini düşünenlerin temel gerekçesi “Türkiye vatandaşı olarak ellerinde bulunduğunu düşündükleri çalışma standartları ve sosyal hakları kaybetme endişesi.” Ama söz konusu haklar 80’lerden bu yana neoliberal politikalarla tırpanlanıyordu zaten ve geçen 40 yılda buna karşı toplumsal ve sınıfsal bir direnç oluşturulamadı. Neoliberal politikaları savunan, uygulayan partiler iktidarda kalmaya devam etti. Sonuçta gelinen noktada yıllardır engellenemeyen hak kayıplarının faili olan politikalar ve bunları uygulayanlar unutuldu, fatura Suriyeli ve Afgan sığınmacılara çıkartılmaya başlandı.
Oysa bugün karşı karşıya olunan göçmen/sığınmacı sorununun müsebbibi tam da zamanında karşı konulamamış olan neoliberalizmdir, küreselleşme kavramlarıyla tanımlayabileceğimiz düzendir. Küreselleşmeyle artan bölgeler ve ülkeler arası eşitsizlikler, savaşlar ve iç siyasi çekişmeler nedeniyle doğup büyüdükleri topraklardan kopan sömürgeci dönemin köleleştirilen yerlileri; eski sömürgeci ülkelerin göçmenleri, mültecileri, sığınmacıları haline gelmiştir. Göçmenler bugün -ister kaçak konuma düşürülmüş isterse yasal statü içinde olsun- ırkçılığın en acımasız haliyle karşı karşıyadır.
Emek piyasasında hiyerarşinin en dibine itilen, en güvencesiz, en düşük ücretle, en uzun süre çalışan ve iş kazalarına en fazla maruz kalan kesimi oluşturan bu göçmenlerin ülkelerinde edindikleri nitelikler ise, içinde yer almaya çalıştıkları emek piyasasında geçersiz veya yetersiz sayılmaktadır. Uğradıkları ayrımcılık nedeniyle, asgari yaşam standardı sağlayacak güvenceli, düzenli bir iş bulabilmelerinin olanakları da böylelikle ortadan kalkmaktadır.
Göçmen/sığınmacı işçiler, emek piyasasının en dibinde olmaları yetmezmiş gibi özellikle ekonominin krizde olduğu, istihdamın daraldığı, işsizliğin arttığı dönemlerde kendisini “yerli” ve “ayrıcalıklı” olarak gören, milliyetçi/ırkçı duyguları kışkırtılmış emekçilerin kimi zaman şiddete varan, düşmanca saldırılarıyla da karşılaşmaktadır, bugün olduğu gibi. “Yerli” işçiler, etnik köken ve kültürel farklılığı olan emekçileri (bunlar kimi zaman bulundukları ülkenin yurttaşı da olabilir) kendilerine rakip olarak görmekte ve emek piyasasından ve toplumdan tamamen tasfiye edilmeleri gerektiğini düşünmektedir. Hatta tarihsel süreçte emekçilerin ayrımcılığa uğramasına, dışlanmasına ve sömürülmesine karşı sınıf mücadelesinin aracı olan sendikaların birçoğu da bu görüşü savunmakta, göçmenleri işçi sınıfının bir parçası olarak kabul etmedikleri gibi zaman zaman bu ırkçı politikaları desteklemektedir.
Bu düzene karşı çık(a)mamış olanların kendi başarısızlıklarıyla yüzleşmek(!) yerine bu düzenin sonucunda yerlerinden, yurtlarından edilmiş olan göçmenleri/sığınmacıları kendilerine düşman olarak görmesiyle elde edebilecekleri hiçbir şey yoktur.
Göçmenler/sığınmacılar kabul edilsin ya da edilmesin Türkiye işçi sınıfının bir parçasıdır. Emek piyasasının en altında yer alan göçmenleri/sığınmacıları dışlamak, düşmanca tavır takınmak yerine, sınıfsal bir perspektifle onların haklarını önceleyerek birlikte mücadelenin yolları aranmalıdır. Aksi halde sermayenin ve onun iktidarlarının ekmeğine yağ sürülmüş olacaktır!