Hemen her gün basına kadına yönelik şiddet haberi yansıyor. “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü”nde bile şiddet devam ediyor.
Veriler ürkütücü: bianet’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre; erkekler, Türkiye’nin birçok ilinde, 1 Ocak 2020- 21 Kasım 2020 dönemindeki 327 günde, en az 253 kadını öldürdü.
Kasım 2020’nin ilk 21 gününde ise erkekler 24 kadını öldürdü, 45 kadını yaraladı. Aynı dönemde en az 17 kadının ölümü basına “şüpheli” olarak yansıdı.
Kadınların yarısından fazlasını koca, eski koca ve sevgilileri öldürdü.
165 kadını koca, sevgili, eski sevgili ve eski kocası öldürdü. En az 50 kadını abi, baba, oğul, damat gibi aile üyeleri, 16 kadını komşu ve arkadaşları, bir kadını belediye başkanı, bir kadını kurye, bir kadını evine giren hırsızlar, bir kadını emlakçı, bir kadını da evine giden tamirci öldürdü. En az 17 kadını öldüren erkeklerin yakınlık derecesi basına yansımadı.
*
Aslında ‘Kadın Cinayetleri’ demek bu vahşeti dillendirmeye yetmiyor. Neredeyse bir cins kırımıyla karşı karşıyayız.
Anne-çocuk ilişkisinden kardeş ilişkisine, eş ilişkisinden iş ilişkisine ve sokaktan eve kadar uzanan her mekanda kurulu ilişkilerin bütünü, erkek egemen bir dünyayı ve yapıyı tanımlıyor…
Tutulan çeteleye göre; erkekler 123 kadını ev içinde, 78 kadını sokak, ormanlık alan, iş yeri gibi ev dışındaki alanlarda öldürdü. Erkeklerin 54 kadını nerede öldürdüğü de basına yansımadı.
Kadının imgesini metalaştıran vahşi kapitalizmle iç içe geçen feodal değer yargıları, kadının yaşamını çekilmez hale getiriyor. TV ekranlarını, gazete sayfalarını kadınlarla ilgili haberler dolduruyor. Şiddetin, işkencenin, taciz ve tecavüzün, namus ve töre cinayetlerinin ardı arkası gelmiyor.
Yapılan araştırmalarda Türkiye, feodalizmin daha fazla etkin olduğu ülkeleri de geride bırakmakta, tam bir barbarlığın varlığını göstermektedir.
Türkiye’de; şehirlerde evli kadınların yüzde 18’i, köylerde de yüzde 76’sı eşleri tarafından dövülüyor.
Kadınların yüzde 57,7’si evliliklerinin ilk gününde şiddetle karşılaşıyor.
Aile içi suçların yüzde 90’ını kadına karşı işlenen suçlar oluşturuyor
*
Kadına yönelik şiddet, hayatın her alanında devam ediyor. Acıdır ki birçok kadın için şiddetin merkezini kendi evleri oluşturuyor. Yani kadınlara, kocaları, babaları, erkek kardeşleri şiddet uyguluyor.
Düzeni, sistemi değiştirmeye çalışıyoruz, ama kendimiz değişmiyoruz, değişmeye çalışmıyoruz. Kadın-erkek söz konusu olduğunda mangalda kül bırakmıyoruz ama bunu eşimize, kardeşimize ya da sevgilimize tanımıyoruz. Sokakta, dernekte, partide demokratız; ama evlerimizde birer despotuz. Erkeklerin kadınlara destek olma anlayışı genellikle “akıl verme” ve “kadınlara göz kulak olma” sınırlarında dolaşıyor olması samimiyetleri konusunda da şüphe yaratıyor.
Tuhaftır ki kadınları ezilen haline getiren, “erkek egemen ideoloji”nin taşıyıcısı sadece erkekler değil, kimi zaman kadın da olabiliyor. Kadınların şikayet ettikleri, acısını çektikleri ve ezildikleri düzenin oluşmasını sağlayan biraz da kadınlardır. Tuhaf hatta paradoksal.
Tamam, baba evde gerektiği durumda duruma müdahale edip kızına tokatı patlatıyor ve “hizaya” getiriyor belki, ama esasen önemli olanı, yani ikna ve tatlı baskı ile olan içselleştirme kısmını “anneler” yapıyor. Kızlar aciz kadınlara dönüşünce sistem tıkır tıkır işliyor.
Devlet bu konuda yetersiz yasalarında bile vahşetin faillerine ‘iyi hal’ler ve ceza indirimleri uyguluyor.
Kadın mücadelesini ciddiye alanlar binlerce yıllık erkek egemen kültürün tüm kurumları ve değer yargılarıyla cebelleşmek ve hesaplaşmak zorundadır.
Kim olursak olalım bu vahşete karşı durmuyor, üç maymunu oynuyorsak her birimiz bu vahşetin failleriyiz bir bakıma. O tetikte bizim de parmak izimiz var demektir.