Güzel bir dünyamız var. Yaşanılası güzel bir dünya… Akarsularımız, dağlarımız, göllerimiz, çağlayanlarımız çok güzel. Dünyamızın bitkileri başka, yaban hayatı bambaşka güzel, velhasıl kelâm, dünyalı olmak çok güzel!
Gel gör ki, bu güzellikleri yaşamıyoruz, yaşayamıyoruz. İlerde hiç yaşayamayabiliriz.
Atina da 15, İsveç’te 20 yerde patlak veren yangınlar ciğerlerimizi yaktı. Ekoloji tahribatçısı şirketler, canlıları toptan ve canlılar alemindeki insanları birer ikişer yok ediyor.
Britanya merkezli Global Witness insan hakları örgütü 22 ülkede yapılan bir araştırma sonucunu yayımladı. Rapor iç burkucu: 2017’de 200 aşkın yaşam savunucusunu yitirmişiz. (Cumhuriyet 25.07.2018)
En fazla yaşam savunucusunu Latin Amerika katletmiş. Brezilya’nın Amazon ormanlarında, yerlilerin yaşadığı bölgelerde geçen yıl 57, Kolombiya’da 24, Meksika’da ise 15 yaşam savunucusunu kaybetmişiz.
Asya bölgesinde ilk sırada Filipinler var. Filipinlerde 48, Afrika Kıtasında Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde 12 yaşam savunucusuna kıymış şirketler. Rapor, toplamda kaybettiğimiz yaşam savunucusu sayısını 207 olarak belirtiyor.
Tabii ki Antalya’da evlerinde katledilen Ali Ulvi-Ayşin Büyüknohutçu çifti var. Onların mücadelesi önünde saygıyla eğiliyorum.
Katledilen yaşam savunucu sayısı 200’ün üzerinde ise ki öyle, yaşam savunucularının savunduğu alanlardaki canlı katliam sayısının trilyonları aşıyor dersem abarttığımı düşünmeyin lütfen. Yirmi santim kalınlığındaki 1 hektar toprakta 20 ton canlı yaşıyor ve bunların sayısı 4 milyarı aşıyor. Varın hesabını siz yapın artık.
Peki, kimdir bu yaşam savunucularına kıyanlar?
Paralılar, yani toprakların dev tarım, petrol, maden ocağı, enerji projelerine (JES, GES, Jeotermal, Nehir tipi hidroelektrik santralleri) açmaya kalkan şirketler…
Söz konusu rapor, 50 cinayetin devlet güdümlü yapıldığına dair (polis-asker) kanıtların olduğundan söz ediyor.
Neden?
Dünya onulmaz ve onarılamaz bir kriz içinde. Kapitalistler de krizden çıkışın atar damarı olarak, kırsalı ve doğayı belirlemiş durumda. Fakat bu saldırılarının karşısında yaşamı savunan güzel yürekli insan sayısı az değil, çok az.
Bunun pek çok sebepleri var tabii ki. Doğa savunuculuğunun basit bir mücadele olarak görülmesi en büyük handikabı oluşturuyor. Ayrıca tarımın ve köylülüğün tasfiyesinin medeniyet getirecek algısına bir bölüm aydın, demokrat ve iktisatçı ve sosyal bilimcinin inanması yaşam savunucularını yeterli destekten yoksun bırakıyor.
Yaşam savunucularının katline ferman veren ve güzel yaşanılası dünyamızı, ölümcül kılanlar, kasalarına para istiflerken, Atina, Nusaybin ve İsveç’de yangınlar alev toplarına çevirdi doğayı, canlılar ve canlar bu alev toplarında yitti.
Biz ne yaptık veya ne yapıyoruz?
Çoğunluğumuz, iklim istikrarsızlaştıracak olan doğa katliamları yapılırken seyrettik. Seyrediyoruz!
Bugün insanlar ekoloji tahribatına karşı çıkarken canlarından olurken, insan eliyle bozulan ekolojinin neden olduğu felaketlerde ise tüm canlılarla birlikte insanlar yaşamını yitiriyor.
Şu bir gerçek, yaşamı savunma ve seyretme aynı şey değil. ancak biz olup biteni seyrederken yaşamı savunanlar canlarını kaybediyor. Seller, heyelanlar, kuraklıklar, yangınlar can almaya devam ediyor.
Seyretmek kahrederken, seyredilmek acı veriyor …