“Annem, -Gördün mü çocuğumu diye sordu
-Gördüm, sarıldım… Dedi babam
-Nasıldı?
-Boynunda bir morluk vardı, ip izi.
Günlerce ağladı annem.” (Hamdi Gezmiş’in “Abim Deniz” adlı kitabından)
*
68 kuşağından üç devrimci gençlik lideri; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 49 yıl önce, 6 Mayıs 1972’de Ankara Ulucanlar Cezaevi’nin avlusunda umudun düşmanları, karanlığın bekçileri tarafından idam edildiler.
‘Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma’
Tek bir cana kıymamış, yürekleri yurt sevgisiyle dolu bu insanların istekleri, baskısız sömürüsüz, özgür bir Türkiye, yeni bir dünya özlemiydi. Buna rağmen acımasızca darağacına gönderildiler.
‘Neredeyse gün doğacaktı
Herkes gibi kalkacaktınız
Belki daha uykunuz da vardı
Geceniz geliyor aklıma’
Halit Çelenk, ‘İdam Gecesi Anıları’ adlı kitabında dahi söz etmediği kimi anılarını yıllar sonra Akşam Gazetesi’ne anlatmıştı:
“Ulucanlar Cezaevi’nin avlusunda kurulan darağacı, başgardiyanın odasının penceresinden net bir şekilde görülüyordu. Biz cezaevine geldiğimizde Deniz bu odaya alınmıştı ve pencerenin tam karşısındaki koltukta oturuyordu. Deniz’in biraz sonra can vereceği darağacı, tam karşısında duruyordu. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Deniz’i darağacına çıkardılar. İnfaz sürerken, odaya Yusuf’u getirdiler. Yusuf, pencereden Deniz’in son nefesini verişini izledi. Yusuf infaz edilirken de, Hüseyin’i odaya getirdiler ve o da, Yusuf’un infazını saniye saniye gördü. Bunu kitabımda bile yazmadım, sadece Yusuf Aslan’ın, ‘Duydum Deniz’in sesini’ sözlerine yer verdim. Biraz sonra aynı darağacında ölecek birine, arkadaşının infazını seyrettirmekten daha ağır bir işkence olabilir mi?’
‘Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma’
*
Onlar üzerine birçok yazı yazıldı, yorum yapıldı, film yapıldı. Özellikle medyanın da etkisiyle toplumun algılamasında, bir magazinleştirme/parodileştirme gözleniyor. Gerçek ile onun magazinleştirilmiş hali arasındaki açı, aynı zamanda toplumsal yozlaşmanın, yabancılaşmanın boyutunu da ele veriyor. Bu tür magazinleştirme, içi boşaltılıp koflaştırılmaya çalışma çabaları Deniz’ler için de kullanılıyor.
Ertuğrul Kürkçü’nün deyişiyle ‘Yeni kuşaklara bizim Deniz Gezmiş’imizin aslına sadık bir portresini sunmak, hâlâ tamamlanması gereken bir iş olarak duruyor karşımızda.’
Her olguda olduğu gibi, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının da nasıllarsa öyle anlatılması gerekiyor. Bu en başta insan olmanın vicdan olmanın gereği. Çünkü onlar dillerinde yeminler, ölümü ölerek de yendiler… Ölümsüzleştiler.
‘Rahat döşeklerin utanması bundan
Öpüşürken bu dalgınlık bundan
Tel örgünün deliğinde buluşan
Parmaklarınız geliyor aklıma’
*
En çok sansüre uğrayan, birçok kez cımbızlanıp çıkarılan, unutturulmaya çalışılan ve çarpıtılan sözleri, darağacındaki Türk ve Kürt halklarının kardeşliğine vurgu yapan son sözleridir.
Deniz Gezmiş’in arkadaşı Aydın Çubukçu bir anma törenindeki konuşmasında Deniz’in mezarı başında yaptığı konuşmada “Denizler ‘Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği’ derken, günümüzün en acil sorununu dile getiriyorlardı’ demişti…” Evet bu son derece yerinde bir tespittir ve Deniz’in bu son sözleri halklara emanet edilmiş birer manifesto gibidir… Anılarına saygıyla.
‘Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
Kahramanlıklar okudum tarihte
Çağımıza yakışan vakur, sade
Davranışınız geliyor aklıma’ (Melih Cevdet Anday)