Biliyorum, bu yaptığım, bizim köşe camiasında pek alışılmış bir şey değil; ama içimden geldi işte. Belki alışkanlıklar öyle çok iyi bir şey de değildir ayrıca, kimbilir?
İçimden geldi kız! Vallahi bak! Kaç gündür gözümün önündesin hep. Elim öyle dijital deryalara da gitmiyor bir türlü. Yaşadığın şeyi anlamaya çalışıyorum bir yandan ama biliyorum, o da zor.
Annelerle kızlar arasında tuhaf bir şey var, onun sırrına ermek öyle kolay değil, hele bu durumda…
Benim annem hiç cezaevinde yatmadı Sabiha. Sadece ziyaretçi olarak tanıdı hapishaneleri. Uzun yıllar boyunca kapılarda… Bir keresinde, bak bunu anlatmalıyım sana, benim cezaevinde yattığım kente gelirken, otobüste annem ve bir başka yaşlı kadın yan yana oturuyorlar. Annem, bir “asker ziyareti” dümeni uyduruyor kadına, öteki de oğlu ameliyat olmuş da hastaneye gidiyormuş falan filan… Tahmin edebiliyorsun sanırım; üç saat sonra ikisi de cezaevi kapısında kuyrukta! Utanç diz boyu! Yalan söylemesini bilmeyen insanlar bunlar, düşünsene?
Uysal, temiz, kin tutmaz, haset etmez bir demiryolcu kadını. Hepsi o kadar. Bir kere itiraz ettiğini görmedim bir şeye. En son, Alzheimer üzerine çökmeden önce seksen bilmem kaç yaşında, babamdan önceki bir gönül hikâyesini anlatmıştı bana, nasıl bir oturmuşsa içine artık, onca yıl sonra… Bir de ben doğmadan, dayaktan bezip iki çocuğuyla evi terk etme girişimini… İki saat oturmuş istasyonda… Ondan sonra, geriye, eve! “Nereye gidecektim ki” demişti bana gözlerinde bir acıyla, nereye gidebilirdi gerçekten?
İçindeki kaplanın dışa vurduğu tek bir anı hatırlıyorum yalnızca: Yaralı ve baygın olarak hastanede yatağa kelepçeliyim, polis kuş uçurtmuyor kapıdan. “Benim oğlum o” diye bir feryatla herkesi iteleyip kapıdan içeriye girişi… Benim bu arada aptal aptal yaralarımı açıp “anne bak bir şey yok, bunlardan bir şey olmaz” demeye çalışmam, babamın ise önünde hiç sigara içmemiş oğlunun yastığının altına iki paket “Bafra” sigarasını kaşla göz arasında sıkıştırması…
Sevgili Sabiha, ne kadar aynı ve ne kadar farklı değil mi? Yine de seni nasıl anlayabilirim ki ben? Hep annesinin üstüne yıkılmış, arada bir telefon edip hatır sormayı bile çoğu zaman unutmuş bir “hain evlat” ve el ele yürüyen siz ikiniz… Gecenin bir vaktinde, kızımla esaslı bir tartışmadan sonra, mutfakta, kendimi, kızımı, seni ve anneni düşünüyorum; yaşamlarımızı… Koşmak gibi bir şey bu, biliyor musun? Hani bir an gelir ciğerlerin tıkanır da tamam dersin, buraya kadar, bir milim daha gidemem. Ama öyle değildir aslında, bakarsın, kendini bir dinlersin, biraz daha güç vardır bir yerlerde, bulur çıkarırsın onu. Tuhaf bir şey…
Annem yok artık. Seninki var. O kordon dedikleri şey hiç kesilmiyor belki de, kimbilir…
Georgi Cagarov diye bir adam var sevgili Sabiha, tanır mısın bilmem, bir Bulgar şairi. Hücrelerde, en daraldığım zamanlarda, hep aklıma düşerdi söyledikleri onun. Bak ne diyor dinle, gecenin sessizliğinde şimdi, tek tek hatırlıyorum dizeleri:
“Boyu iki adım hücrenin, eni de… / Buzdan soğuk, kıvrıldığın saman. / Kolunu uzatırsın, duvar. / Başını kaldırırsın, tavan. / Ve engin kırlar var az ötende / derin nehirler / dağ dizileri… / kanat sesleri gökte / yurdun yani… / Ve alıp uzaklara götüren yollar… / Arkadaşlar var az ötende / düşler / deniz kıyıları… Ve sen / savunabildin tüm bunları / topu topu / iki adımlık bir yerde.”
Nikolay Tihonov var bir de. Otuz beş yıl önce, idam hücrelerindeyken defterime yazmışım dizelerini; kızım o defteri gasp edip kendi hazinesine katmıştı. Uyurken gidip aldım şimdi kitaplığından. “Çocuklara anlatamayacağız bunları” diye başlıyor Tihonov: “Hepsini kendileri anlayacaklar büyüdüklerinde / Gösterip onlara nice güzelliklerle dolu dünyayı / Bizim yerimize yanıt veren biri çıkacaktır nasıl olsa: / ‘Barış çocukları, hiçbir ücret istenmiyor sizden / Ödendi çünkü bütün bu gördükleriniz, kanla…”
Sevgili Sabiha, gözlerinden öpüyorum, seni çok seviyorum.
Annene selamlarımı söyle. Hiç görüşmedik. Ama tanırız birbirimizi. Çok eski çizikler vardır o duvarlarda, eski yazıtlar gibi tuhaf işaretlerdir ki onlar, elimizle dokununca Ritsos’u hatırlarız birden: “Basit şeylerin arkasına gizleniyorum, beni bulasınız diye / beni bulamazsanız, nesneleri bulacaksınız / dokunacaksınız elimin dokunduğu yere / Birleşecek ellerimizin izleri.”