Yeşim Oruç/Diyarbakır-Jinnews
Akademideki cinsiyetçiliğe ve tacize karşı “Başka bir akademi mümkün” diyerek başlatılan imza kampanyası ses getiriyor. “Başka bir akademi mümkün” diyen akademisyenler Dr. Senem Timuroğlu, Dr. Esra Sarıoğlu, Dr. Selda Tuncer ve doktora öğrencileri Mete Sefa Uysal ve Ozan Çağlayan ortak bir metinle kampanyayı değerlendirdi.
Bildiriyi kimlerle hazırladınız ve hazırlık süreciniz nasıl oldu?
Bildiriyi çoğu birbirini daha önce tanımayan, Ceren Damar’ın öldürülmesi ve Murat Paker davası sonrası sosyal medyada paylaşımlarıyla buluşan 7 akademisyen olarak hazırladık. Aramızda doktora öğrencileri, üniversitede öğretim görevlileri ve şu anda bağımsız araştırmacı olarak çalışanlar var. Şu haliyle de grubumuzda 4 kadın 3 erkek var. Bir kısmımız yurtiçinde bir kısmımız yurt dışında. Herhangi bir kolektif veya yapı değiliz, belki de birçok konuda birbirimizle hemfikir de değiliz veya olmayacağız ama akademideki cinsiyetçiliğin derinliği ve bu konuya dair bir şeyler yapma aciliyeti ortak noktamız. Akademik dünyanın içinde olan insanlar olarak içerdeki cinsiyetçi ilişkilere, hiyerarşik yapılanmalara tabi ki yabancı değiliz, o anlamda çok büyük bir şok yaşamadık, ama artık yargıya yansımış bir olayın bile sessizliği kıramaması ve konuşanların da fail olan bir akademisyeni savunması bize artık yeter dedirtti.
Bu metnin birçok yerde yankı bulması, çok kısa sürede yüzlerce kişi tarafından imzalanması da birikmiş öfke ve isyan duygularının olduğunu kanıtlıyor. “Başka bir akademi mümkün” çağrısı bu dava vesilesiyle yazılsa da asıl amacı akademinin cinsiyetçi, hiyerarşik ve seçkinci geleneğini ve bunun sonucunda taciz eden veya ayrımcı hocaların, yöneticilerin eskiden beri korunmasını sağlamış olan eril tahakküm ilişkilerini ifşa etmekti.
Türkiye şartlarında başka bir akademi nasıl mümkün kılınır?
Sizin de bildiğiniz gibi ihraç ve soruşturma nedeniyle akademi de Türkiye’nin birçok kurumu gibi çok zor bir süreçten geçiyor. Ancak içinde yaşadığımız eril kültür ve toplumun her alanında sürekli mücadele etmek zorunda kaldığımız erkek şiddeti bir yandan hayatlarımızı zorlaştırmaya da devam ediyor. Akademi de bundan muaf değil şüphesiz. Elbette ki başka bir akademiyi mümkün kılacak daha büyük toplumsal dönüşümler olmadan akademiyi dönüştürmenin ne derece mümkün olduğu önemli bir tartışma konusu. Ancak biz akademinin yıllarca kendilerine sorumluluk yerine ayrıcalık atfederek kaçtığı yükümlülükleri artık yerine getirmesinin gerekliliğine işaret ediyoruz. Bir dönüşüm istiyorsak da öncelikle bunu kendi içimizden başlatalım çağrısında bulunuyoruz. Bizce başka bir akademiyi mümkün kılmanın yolu öncelikle sessizlik ve koruma duvarlarının yıkılmasından geçiyor.
Bir dava üzerinden bile bir sürü olay ortaya çıktı; son olarak da feminist psikiyatrist Şahika Yükseltıp ve akademi içinde bu konuları konuşmanın, mücadele etmenin ne kadar zor olduğunu, olayların hemen hasıraltı edildiğini anlattı. Paker davasının sembolik önemi de burada, bize güç ilişkilerinin nasıl kurulduğunu ve gösterildiğini gösteriyor. Failin unvanı, geçmiş söylemleri, politik duruşu ve saygınlığı hemen öne sürüldü; başka durumlarda failin ailesi var deniliyor, o öyledir idare edelim deniliyor, vs. Bizler toplumsal statüsü, akademik pozisyonu ve politik duruşu ne olursa olsun herkesin cinsel şiddetfaili olabileceğine inanıyoruz.
Yani aldığı eğitim ya da uzmanlık alanı bir erkeğin şiddet göstermeyeceği,taciz etmeyeceği anlamına gelmez; hatta akademide bunlar şiddete kılıf görevi görüyor. Bizler tam da bu noktada böyle bir akademik kültürün parçası olmaktan rahatsızlık duyuyoruz; akademinin kişilere ayrıcalık değil, sorumluluk yüklediğine inanıyoruz. Öğrencilerimize, meslektaşlarımıza yani birbirimize karşı bir sorumluluğumuz var. Bu anlamda ancak bu cinsiyetçi kültüre ve sessizliğe karşı birlikte ses çıkararak, faillerin unvanlarına, saygınlıklarına, politik duruşlarına bu sebeple korunmadığı, mağdurların yanında olunan ve her türlü şiddet ve ayrımcılığın önüne geçilebilen bir akademinin inşa edilebileceğine inanıyoruz.
Akademideki cinsiyetçi kültüre ve cinsel şiddete karşı mücadeleyi nasıl devam ettireceksiniz?
Bu bildirinin yayınlanması kendiliğinden gelişen bir girişim oldu. Bu anlamda şu an net planlarımız olduğunu söylemek için erken, tabi ki konuştuğumuz şeyler var ama daha derinlikli düşünüp tartışacak vaktimiz olmadı.İmza kampanyasının öncelikli amacı metinde belirttiğimiz konularda duyduğumuz rahatsızlığı dile getirerek akademinin eril cinsiyetçi kültürüne ve bununla mücadele etmenin gerekliliğine dikkat çekmekti. Akademiyi metnin öne sürdüğü şekilde dönüştürmek için bir şeyler yapma arzumuz var, bunu nasıl yapacağımıza dair fikirlerimiz var ama net değil. Bu anlamda bu bir girişim ve kolektif söz ve eylem üretme çağrısı zaten. Bizim gibi düşünen, bizim niyetlendiğimiz şeyin nasıl yapılabileceğine yönelik fikirleri olan herkesle bir ortaklaşma ve söylemin ötesinde bir eylem oluşturabilme çağrısı. Biraz da süreç gösterecek neler olacağını.
Bu metin bu anlamda bir başlangıç, bir işaretfişeği gibi. Nasıl bir karşılık bulacak, nasıl yollar açacak bunları göreceğiz. Arzumuz tabi ki akademide kolektif mücadele ve dayanışma alanlarının açılması ve buradan bir birliktelik doğması ama bunlar bir anda olabilecek şeyler değil farkındayız, ama yine de umudumuz var, en azından eskisi gibi her şeyin üs- tünün örtüldüğü, sessiz kalındığı bir akademik kültürün parçası olmak istemiyoruz, bundan eminiz. Bir yandan da bunu yalnız kalmadan, dayanışma ağlarını örerek yapmak çok önemli. Bir kez böyle bir ses çıktığına göre, daha fazlasının olmasının da çok mümkün olduğunu düşünüyoruz.İki gündür her birimiz ayrı ayrı o kadar çok mesaj aldık ki, kadınlardan, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinden. Yaşadığı şiddet olaylarını anlatanlar, bu yüzden akademiden ayrılmak zorunda kalanlar, sırf teşekkür etmek, iyi ki varsınız demek için yazanlar, yalnız olmadığını görmenin verdiği hissi paylaşanlar ve daha çok bir şey. Tüm bunlar bize bu metnin büyük bir ihtiyaç olduğunu ve biriken bir öfke ve yalnızlık hissine karşılık geldiğini gösteriyor.