DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, cezaevinden PKK Lideri üzerindeki tecride dair sorularımızı yanıtladı: Herkes şunu çok iyi bilsin ki sorunun çözümü için hayati önemde olan Öcalan’ın, tahliye edilip sağlık ve güvenlik koşullarının yaratılması öncelikli hedefimizdir. Kürt sorunu demokratik çözümü ve onurlu bir barış için bu olması gereken en önemli adımdır
Ferhat Çelik
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde mutlak tecrit koşullarında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ve aynı cezaevinde bulunan Hamili Yıldırım, Veysi Aktaş ve Ömer Hayri Konar’dan 25 Mart 2021 tarihinden bu yana haber alınamıyor. “Koster bozuk”, “Hava muhalefeti” gibi gerekçelerle 27 Temmuz 2011’den itibaren avukatları ile görüştürülmeyen Abdullah Öcalan, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde 8 Kasım 2018’de başlatılan ve tüm cezaevlerine yayılan açlık grevleriyle oluşan kamuoyu baskısı sonucu 2019 yılında avukatları ile 5 kez görüşme gerçekleştirebildi. Ailesiyle temas kurduğu son tarih ise, 25 Mart 2021 tarihi oldu. Abdullah Öcalan’ın bu tarihte kardeşi Mehmet Öcalan ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesi ise 4 buçuk dakikanın ardından kesildi. Yapılan bu görüşmenin üzerinden 27 ay geçmesine rağmen Öcalan’la herhangi bir temasın sağlanmasına izin verilmiyor.
Önceki seçimlerde olduğu gibi bu seçimlerde de tüm partilerin ve televizyon kanallarının gündeminde Abdullah Öcalan olurken, neredeyse hiç kimse uzun zamandır İmralı’da uygulanan mutlak tecridi görmek istemedi. DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, PKK Lideri üzerindeki tecridi, muhalefet partileri başta olmak üzere görmezden gelinen İmralı durumunu ve Öcalan’ın sesi dışarı çıksaydı oluşacak gelişmeleri değerlendirdi.
- İmralı Cezaevi’nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 25 Mart 2021 tarihinden bu yana haber alınamıyor. Seçim sonuçlarının İmralı’da süren tecritle bir bağlantısı var mıdır?
Uluslararası ilişkiler literatüründe “dondurulmuş sorunlar” olarak tanımlanan krizler yeniden ısıtılırken dünya çok kutupluluğa eviriliyor. 3. Dünya Savaşı olarak da adlandırabileceğimiz yeni bir dünya savaşı senaryolarının ortaya saçıldığı bu kaotik iklimde ufak bir kıvılcımın öngörülemez sorunlara yol açması işten bile değildir. Abdullah Öcalan on yıllardır Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yollarla çözümü için muhatap aramaktadır. İmralı Adası’nda olduğu süre içinde bu konudaki çabasını daha da büyütmüş ve birçok yetkiliye çağrılar yapmıştır. Bu çağrılara AKP tarafından “Çözüm Süreci”yle cevap verildiğinde hem Kürt hem de Türkiye halkları derin bir nefes almış ve kalıcı çözümün gelişeceğine inanmıştır. Ancak çok geçmeden bunun samimi bir hamle değil de taktik ve zaman kazanmaya dönük bir yanıltma olduğu ortaya çıkmıştır. İki Erdoğan’ın olduğunu belirtebiliriz. Biri “Kürt sorunu benim sorunumdur, gerekirse baldıran zehri içerim” diyen Erdoğan. Diğeri de “Bunlar Zerdüşt, bunlar dinsiz, bunlar terörist, katil” diyen Erdoğan’dır. Hangisinin gerçek fikirleri olduğu muammadır. Konjektöre göre 2 taktiği de kullanmaktadır. Çözüm sürecinin önce “Buzdolabına kaldırıldı”ğını söyledi. Daha sonra da “Biz Kürt sorununu çözdük, bitirdik” dedi.
- Söz konusu İmralı olunca iktidar yasaları işletiyor mu?
Abdullah Öcalan’ın İmralı Adası’ndaki 24 yılının 20 yılı AKP iktidarında geçti. Bu 20 yılda yaşananlara baktığımızda bir hukuksuzluklar yumağı ile karşı karşıyayız. Son derece keyfi ve inanılmaz uygulamalar söz konusudur. Kendi yasalarını dahi tanımayan adeta “İmralı Yasaları” olarak tanımlanabilecek “yasadışı” uygulamalara imza atılmıştır. Abdullah Öcalan’a uygulanan bu ağır tecrit koşulları ne yazık ki dünyanın gözü önünde gerçekleşmektedir. İnsan haklarına az çok duyarlı olan ve kendisine “İnsanım” diyen her bireyin, kurumun, kuruluşun bu işkence sistemine ve zamana yayılmış öldürme konseptine karşı çıkması gerekir. Çünkü bir başkasının yaşam hakkına sahip duymayan ve bu hakkı korumayanın dostluğundan ve eylemlere katılımından şüphe duyulur.
- Bu konuda hak savunucuları başta olmak üzere diğer kesimlerden yeterli bir tepki geldi mi sizce?
Bugüne kadar ne yazık ki Kürt halkı (HDP-DBP-DTK-TJA) bileşenleri dışında neredeyse hiç kimse bir şey söylemedi. Her türlü hak ihlalinde açıklama yapıp duyarlılık gösterenler, Abdullah Öcalan ve adadaki diğer tutukluların yaşadığı ağır tecrit konusunda adeta üç maymunu oynadılar. 14 Mayıs seçim sürecinde de aynı şey yaşandı. Erdoğan bu konuda bütün muhalefeti adeta rehin aldı. “Dokunan yanar” misali. Erdoğan, Kürt sorunu ve tecrit konusunda muhalefete bir alan çizdi. Ne yazık ki muhalefet bu alanın dışına çıkamadı. En kabul edilemez olan da muhalefetin AKP’yi eleştirirken çözüm süreci üzerinden ve Kürtleri rencide eden sözlerle eleştirmesiydi. Sarf edilen sözlerin hedefi AKP’den ziyade Kürt halkı ve onun temsilcilerine oldu. Bu nedenle açıkça belirtmek gerekir ki Kürt halkı için Kürt sorunu ve tecrit konusunda AKP-MHP iktidarı ile korkak muhalefet partilerinin hiçbir farkı yok. Biri; yaşadığımız, kabul edilemez bütün hukuksuzlukların faili diğeri de suç ortağıdır. Oysa Kürt halkının güvenini kaybetmektense seçimleri kaybetmeyi göze alabilirlerdi. Çünkü birinin telafisi mümkün diğerinin imkansızdır. İddia ediyoruz ki eğer Abdullah Öcalan’ın sesi 14 Mayıs seçimleri sürecinde dışarı çıkabilseydi sonuçlar bambaşka olurdu. Kendisi öngörülü siyaset tarzıyla hem Türkiye hem Ortadoğu’da gelişmekte olan ve gelişebilecek her türlü siyasi analizi yapar, çağdaş, evrensel değerler ışığında tüm demokratik bir sistemin inşasına katkı sağlardı.
- ‘Abdullah Öcalan’ın sesi 14 Mayıs seçimleri sürecinde dışarı çıkabilseydi sonuçlar bambaşka olurdu’ dediniz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Abdullah Öcalan politik öngörüsüyle Kürt sorununun son 30 yılında doğru temelde öncülük edebilmiş, liderlik vasıflarını en iyi şekilde taşıyan bir şahsiyettir. Evet; açık yüreklilikle belirtmek gerekir ki eğer kendisiyle görüşmeler yapılsaydı, avukatları ve siyasi heyetler adaya gidebilse mevcut siyasi konjektöre çok büyük bir katkısı olacaktır. İmralı Adası’ndaki bütün hukuksuzluklar ve tecrit politikaları siyasi saiklerle yapılmakta ve devlet politikası olarak hayata geçirilmektedir. Uluslararası komplo güçlerinin bilgisi ve onayı olmadan bu insanlık dışı tecrit politikası sürdürülemez. CPT’nin arada bir gelip objektif olmayan raporlar hazırlaması da bu durumu hukuki kılıfa büründürmek içindir. Oysa Abdullah Öcalan yasalardan doğan hiçbir hakkını kullanamamaktadır.
- Muhalefetin bu konudaki suskunluğu neye yol açtı?
“Faşizm terimini kullanmanın doğruluğu bir yana kullanmaktan çekinmek çok daha büyük hata olacaktır” diyor Robert Misk. Sağ’ın kendisini “aşırı sağ” olarak etiketlediği ve bu şekilde tabanında popülarite sağladığı günümüzde bile muhalefetin tutkuyla faşizm tanımını kullanmaktan kaçınması gerçekten ilginçtir. Tarih şahittir ki faşistler aynı zamanda siyasi bukalemunlardır. 14 Mayıs seçimlerinde görüldü ki bugünün faşizmi, topluma demokratik değerlerle sesleniyor. Kendi baskıcı politikaları tarafından sindirilen, mağdur edilen Kürtlerin sesi olduğunu iddia ediyor. (Bunun en son örneği de 6 Şubat depremi olarak gösterebilir) Bu aşırı sağ ve muhafazakar güruh sıkça kendisini “Özgürlük havarisi” gibi gösterebiliyor. Eğer öyle olmasaydı Erdoğan muhalefete “Bunlar faşist” der miydi? Kısacası “sosyalistler umudu örgütlerken faşistler korku ve öfkeden kokteyl yaptılar.” Bu atmosferde tamamen sindirilen ve hizaya çekilen iktidarın diliyle konuşan muhalefet partileri de İmralı Adası’nda başlayan ve başta cezaevleri olmak üzere bütün topluma yayılan tecrit işkencesi karşısında hiçbir tepki göstermediler. Nasıl ki faşizm demekten imtina ettiler tecrit işkencesi dahil bunun karşısında tek bir söz söyleyemediler. Alanı boş gören AKP-MHP iktidarı bu muhalefet boşluğundan yararlanarak tecrit sistemini en üst seviyeye taşımıştır.
- Tecridin kime ne faydası var?
Emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki dizaynının üzerinden 10 yıl geçmiş yeni bir dizayn için yeni bir konsept devreye girmiş durumdadır. Kürt sorununu çözmüş ve tam bağımsız demokratik bir Türkiye’yi asla istemeyen bu güçler Türkiye’yi zayıflatacağı için Kürt Sorunu’nun devam etmesi için tecritte ısrar etmektedirler. Önemli olan Türkiye’yi yönetenlerin bu komploları görebilmesi ve doğru temelde ele almasıdır. Ama gördüğümüz kadarıyla Kürt düşmanlığı gözlerini kör etmiş ve bu gerçeği göremiyorlar. Eğer karar vericiler siyasi atmosferi birazcık da olsa doğru okusalar halkımızın Öcalan’a uygulanan tecrit konusunda ne kadar hassas ve duyarlı olduğunu bilirler. Bu konuda en son zindanlarda Zülküflerin, Aytenlerin ortaya koyduğu fedai ruh en somut örneğidir.
- Uluslararası güçlerin tecritteki rolü nedir?
1999’da Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim eden uluslararası komplo güçleri 100 yıl önce Kürtlerin ülkesini dört parçaya bölen güçlerdir. Amaçlarını hepimiz çok iyi biliyoruz. Ama en iyi de Öcalan biliyor. Tutsaklığı döneminde yazdığı savunmalar ve kitaplarda bu konuyu bütün boyutlarla ele alıyor. Bu güçlerin ne Kürtleri ne Türkleri ne de Ortadoğu halklarını düşündüğünü hiç kimse iddia edemez. Bütün konseptleri kendi çıkar ve menfaatleridir. Kendi hegemonyalarını sürdürmek için halkları birbirine kırdırırlar. Örneğin ABD SSCB-Rusya hiçbir zaman savaşmamışlardır. Ama her zaman paylaşmışlardır. Hani bir söz vardır ya “Toplumlar dinin kucağına doğar, bürokrasinin kucağında ölürler” diye, bu söz durumu daha net ifade etmektedir. Bu nedenlerle egemen güçler Ortadoğu’da Kürt sorunun çözümünü istemezler. Abdullah Öcalan’ın Demokratik Ulus-Demokratik Konfederal sistem olarak formüle ettiği ve Ortadoğu gibi çok kültürlü, çok inançlı, çok kimlikli bir coğrafyada hayata geçirildiğinde dünyanın en demokratik modeli olacağı kesin olan bu paradigmayı boğmaya çalışıyorlar. Bütün dünyada ulus devletlerin tıkandığı ve toplumun daha esnek ve çağdaş değerler etrafında kenetlendiği ahlaki, politik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir yaşamın tercih edildiği bir dünya halkları gerçekliği emperyal güçleri ciddi anlamda rahatsız etmektedir.
- Bu güçler Abdullah Öcalan’ın fikirlerinden mi korkuyor?
Bütün dünyada gelişmelerin ışık hızıyla yayıldığı, teknolojik gelişmelerin yeni bir boyuta evirildiği, toplumun bilgiye erişiminin daha mümkün olduğu bir ortamda, demokratik toplum hedefi en çok aranan model oluyor. Çünkü demokratik toplumun hedefi bireylerin özgür kılınmasıdır. Demokrasi, farklı hayat tarzlarının meşruiyeti üzerine kurulur. Demokrasinin kural ve kurumları ile boy verdiği ülkeler özgürlüklerin yeşerdiği yerlerdir. Kürt halkı kendi varlığını dünyanın zihinsel haritasına kan, ter, acı ve gözyaşı ile yazdırmıştır. Eğer bugün Kürtler dünyanın her yerinde büyük bir gururla “ben Kürdüm” diyebiliyorsa kendi kurumlarına sahip çıkabiliyor, kendi basın-yayın ve kamoyunu oluşturabiliyorsa, bu büyük ölçüde Abdullah Öcalan sayesindedir. Başta kadın devrimi olmak üzere, birçok sessiz devrim gerçekleşmiştir. Halkımız Öcalan’ın yeni paradigması ile dünyaya ve yaşama farklı bir noktadan yani demokrasi ve özgürlükler perspektifinden bakabilmektedir. Bu nedenle halkımız “An Azadi an Azadi” diyerek önderliksiz ve özgürlüksüz bir yaşama hayır demektedir. “Sorgulanmayan bir hayat yaşanmaya değmez” diyerek sorgulamaya, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmamızı Mezopotamya coğrafyamızda hayata geçirmek ve demokratik Ortadoğu, özerk Kurdistan hedefimizin inşasında elimizden gelenin fazlasını her şart altında yapmaya kararlıyız.
Halkımızın yiğit evlatları dün olduğu gibi bugünde herhangi bir meydanda ortaya koyacağı öfke nidasını 5 tepede çığlığa dönüşmesini sağlayabileceklerdir. 21. yüzyılda artık hakların kaderi muktedirlerin masasında değil kitlelerin ruhunda ve eyleminde hazırlanmaktadır. Eğer mevcut iktidar “Nasılsa bütün acılar unutulacak ve eskiyecek” diye düşünüyorsa yanılır. Halkımız yaşadıklarını bilince çıkarmış ve Ortadoğu’nun en politik örgütlü halkı olmuştur. Kürt halkının ulusal bilincini geliştiren ve kendi kendine savunabilecek duruma getiren Öcalan, Kürt sorunun çözümünde en önemli aktördür. Dolayısıyla Abdullah Öcalan’ın sağlık ve güvenliği için yeryüzü kadar geniş gökyüzü kadar açık, su gibi temiz bu yolculukta olduğu gibi bundan sonra da kararlı bir şekilde yolumuza devam edeceğiz. Herkes şunu çok iyi bilsin ki sorunun çözümü için hayati önemde olan Öcalan’ın, tahliye edilip sağlık ve güvenlik koşullarının yaratılması öncelikli hedefimizdir. Kürt sorunu demokratik çözümü ve onurlu bir barış için bu olması gereken en önemli adımdır.