Cezaevlerinde tutukluların sesi olmak ve dayanışmayı büyütmek amacıyla kurulan Görüşeceğiz Kolektifi, çalışmalarını anlattı
Cezaevlerindeki tecrit her geçen gün artarken tutuklular bir yandan da hayata tutunmak için üretmeye, yazmaya devam ediyor. Salgın dönemi özellikle bu yasakların çıkmasıyla birlikte kurulan Görüşeceğiz Kolektifi içeride üretilen sanat eserlerini dışarıyla buluşturuyor. ANF’den Roni Aram’a konuşan kolektif, hapishanelerde hayatın hala devam ettiğini ve tutukluların ürettikleri sayesinde dışarıyla bağ kurduklarını söylüyor. Daha da önemlisi oradaki her üretim bir direnme şekli. Şimdiye kadar sanal medya üzerinden 200 eser paylaşan kolektif imkânları doğrultusunda bir resim ve kitap sergisi düzenlemeyi düşünüyor. Görüşeceğiz Kolektifi ile nasıl bir araya geldiklerini, bir yılda neler yaptıklarını ve gelecek planlarını anlattı. Kolektifin sanal medya hesabı da ayrıca internette gö
Görüşeceğiz kolektifi nasıl bir araya geldi?
Biz bir grup bağımsız bireyiz, aramızda tutsak aileleri olduğu kadar, daha önce tutsaklık yaşamış olanlar da var. Bazı arkadaşlarımız hala cezaevlerinde görüşçü. Covid-19 salgınının ilk başlarında bir grup arkadaş bir araya geldik. Hapishanelerdeki kitap, mektup yasaklarına karşı ne yapabiliriz diye tartıştık ve onlara kitap toplamaya karar verdik. Bu süreçte kitap toplamaya başladık. Bunun için sanal medya platformlarında sayfa açıp insanlara çağrıda bulunduk. ‘Bin kitap, bir hücre’ ve ‘bin kitap bin umut’ gibi isimlerle yaptık kampanyamızı. Kampanyanın sonunda 2 bin 500’ün üzerinde kitabı topladık ve İnsan Hakları Derneği, Görülmüştür kolektifi ve de avukat örgütlerinden aldığımız listelerle birlikte kitapları gönderdik.
O süreçte özellikle Elazığ hapishanesine gönderdiğimiz bütün koliler geri geldi yasak diye almadılar. Yani bu iş bu kadar ciddi. Sadece Elazığ’dan kitaplar geri döndü çünkü orası şartları en ağır ve hak ihlallerinin en çok yaşandığı yer. Biz o kampanyayı aslında çok sayıda tutsağa ulaşarak sonuçlandırmış olduk. Ondan sonra ne yapabiliriz diye tekrardan tartıştık. Hapishanelerde çok sayıda hak ihlali var ama biz özgün bir şey yapalım istedik. Çünkü hapishanedeki hak ihlallerine dair faaliyet yürüten çeşitli kurumlar var. Başta İnsan Hakları Derneği olmak üzere, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği gibi. Ama hapishanelerde sadece hak ihlalleri yok. Çünkü bizler arasında da tutsaklığı yaşamış insanlar var. Hapishanede hayat da devam ediyor.
Biz de sadece bu alana yoğunlaşmak istedik. Aslında Görülmüştür Kolektifi yıllardır bu alanda çok değerli çalışmalar yürütüyor ama o hak ihlallerini de işliyor. İçeride çok ciddi bir sanatsal, kültürel üretim var ve dışarısı bunu bilmiyor ya da çok azını biliyor. Bu da üretilenlerin görünmez olmasına yol açıyor. Bütün yasaklara rağmen üretmeye çalışan insanlar var. Tecrit zaten onları yok etmeye ve görünmez kılmaya çalışıyor. İçeride ürettiklerinin dışarıda da görünmez olması bu insanlara tamamen ‘sen aslında yoksun’ demek oluyor. Bu ölümden de daha büyük ceza. Biz de sanal medyada Instagram, Twitter, Facebook, web sayfası, YouTube kanalı, Spotify, gibi bütün mecraları kullanarak tutsakların üretimlerinin sesi olmak istedik.
Peki, şimdiye kadar neler paylaştınız dışarıyla?
Şöyle ki ilk kurulduğumuzda salgın vardı. Öncelikle avukatlar ve dernekler aracılığıyla listeler oluşturup bu tutsaklara ulaştık ve eserlerini bizimle paylaşmalarını istedik. Yavaş yavaş cevaplar gelmeye başladı. Sonrasında her gün bir sanat dalının tanıtımını yapmak üzere günler ve temalar belirledik. Şu ana kadar yaklaşık 200 eser paylaştık. Ama şunun kaygısını da yaşadık ‘Belli bir noktadan sonra kesilecek mi?’
Kesildi mi?
Hayır, aksine her geçen gün iletişim daha da büyüdü. Mektuplaşmalara başladık. Oradan bize mektuplar geliyordu. Yine tutsaklar birbiriyle iletişime geçti bu konuda, daha sonra aileler bize ulaşmaya başladı. Bugüne kadar da bir kesinti olmadı. Şimdiyse bunu nasıl daha fazla görünür kılarız düşüncesiyle bir resim sergisi yapmaya karar verdik. Çünkü çok fazla ressam ve üretimin olduğunu gördük. Sergi açacak kadar resim var elimizde ve aynı zamanda kitaplar da olacak, İstanbul’da yapacağız şu an için bunun çalışmaları devam ediyor.
Kitap ve birçok şeyin yasak olduğu dönemlerde başladınız peki tutsaklar eserleri nasıl yapıyor? Örneğin resim ya da el işi ürünlerine dair yasaklar var mı?
Evet, yasaklar devam ediyor. Örneğin boya kalemleri ve boya yasak. Renkli kalem bile yasak. Bize mektuplarda ‘üretmeye çalışıyorum ama bu yasaklarla yapamıyorum’ diyen insanlar da oluyor. Bir de şu var eğer bir sanatla uğraşıyorsanız onun yeterliliklerinde olan ürünlerden de beslenmeniz gerekiyor. Kitap yazıyorsanız kitap, şairseniz şiir kitabı istersiniz okumak için ama onlar da yasak. Bunları bize mektuplarla bildiriyorlar zaten. Biz de kitap gönderebiliyorsak, deniyoruz.
Şu anda birçok hapishanede yasaklar var. Atölyeler kullanılamıyor, insanlar boya alamıyor, ya da istedikleri nitelikte kara kalemler, çizim kalemleri ya da çizim defterleri alamıyor. Örneğin bize bir kiloluk çay paketinin iç kapağına çizilmiş resim bile geldi. İnsanlar karikatürlerini renklendirmek için kimyager oldu içeride çünkü her şey yasak.
Boyaları kendileri mi yapıyor?
Bunun için bazı ilaçları kullanıyorlar. Bildiğimiz bazı ilaçlar farklı karışımlarla birlikte boyaya dönüşüyor. Örneğin kireç sökücü ve soğuk algınlığı ilacından kahverengi elde ediyorsunuz. Ya da meyve kurusunu suya atınca yine boya elde edersiniz. Bunu gibi birçok örnek var. Çünkü ihtiyaç keşfin anasıdır derler. İhtiyaç var ve buluyorlar. Kimse de şöyle düşünmemeli ‘bu insanlar içeride zaman bulmuşlar, yazıyorlar, çiziyorlar’ değil. Gerçekten bütün o baskılara ve de olanaksızlıklara rağmen hayatta tutunmaya çalışıyor. Dertlerini anlatmaya çalışıyorlar sanatın estetik diliyle.
Mesela bir tane arkadaş bize şöyle dedi: ‘Ben artık karikatür çizmeyi bırakmıştım ama sizi duyduktan sonra tekrardan kalemi elime aldım. Şu anda içeride başka bir konsept var. Sadece klasik bir baskı yöntemi yok. İnsanlar intihara teşvik ediliyor, yalnızlığa itiliyor Garibe Gezer örneğinde olduğu gibi Devlet bilinçli olarak tutsakları dışarı çıkartmıyor. Ölüm politikası uygulanıyor ve sizi öğrenince bizim sesimizi de duyanlar var deyip daha fazla yazmaya ve çizmeye başladım.’ İşte tam da bu yüzden içerideki tutsakların direnişine ortak olmaya çalıştık. Çünkü insanlar sanat yaparak direniyor. O direniş sadece bir ölüm orucu eylemi yaparak olmuyor. Hapishane mantığının sizi içine koymak istediği kişilikten çıkmak için yapılan her şey direniştir. Biz de yapabildiğimiz kadarıyla ona vesile olmaya çalışıyoruz.
Peki, tutsaklar açısından eserlerin dışarı taşınması nasıl bir etki yaratıyor?
Dışarıda diyelim ki bir sanatçı ürününü verdiği zaman sanal medyadan bile paylaşsa insanlar yorum yapıyor, etkileşim veriyor. Beğeni veya eleştirileri bir şekilde geri besleme, geri dönüş oluyor. Ya da eleştirmenlerin hemen ilgisini çekiyor ki sanatta en önemli şeylerden biri zaten eleştiridir. Misal içeride uzun yıllardır tutsak olan ve hem roman yazan, beste yapan hem de resim çizen bir arkadaş demişti ki bir mektubunda ‘bizim en büyük ihtiyacımız eleştiri. Bir şey üretiyoruz ama sonra bir şişenin içine koyup denize atıyoruz. Yaptığımız şey bir şeye benzedi mi, oldu mu? Buna dair fikrimiz olmuyor. Bize çok çok sınırlı geri dönüşler var.’ Bu yüzden dışarıyla bağ kurmak onlar açısından çok önemli. Bu anlamda bizler de sadece sanal medya ile sınırlı kalmayıp sergi açıp bu sesi daha da ileriye taşıma niyetindeyiz.
Bu ülkenin birçok yazar şairi hapse girip eserlerini vermeye devam etti. Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Orhan Kemal, Yılmaz Güney. Bazılarıysa orada kendini keşfetti İlhan Sami Çomak gibi. Dememiz o ki bu hikâyeler bitmedi hala içeride devam ediyor. Bu anlamda toplumun her kesiminin buna eğilmesi lazım çünkü herkes sesini duyurmakta şanslı değil. Örneğin bazı yayınevlerini bunun dışında bırakarak diyoruz, birçoğunun cezaeviyle bağlantısı ya da iletişimi yok. Oysaki neredeyse 30 yıldır 100 bin kişi tutsak olmuş, bazıları hala orada ve onların hikâyeleri var…