Türkiye’de enerji üretim kapasitesinde arz fazlasının ortaya çıkmasına karşın iktidar enerji şirketlerini desteklemeye devam ediyor. Bu süreçten şirketler kazanırken doğa ve halk kaybediyor
Yusuf Gürsucu / İstanbul
Türkiye’de 1980 darbesiyle birlikte uygulamaya sokulan neoliberal politikalarla birlikte emeğe ve doğaya dönük büyük saldırılar yaşandı. Bu saldırılarda kamuya ait tüm fabrika ve işletmeler ‘arpalık’ oldukları ve kötü yönetildikleri savları ile sermaye eline teslim edildi. Piyasa ekonomisi adı verilen uygulamalarla tekellerin dizginsiz egemenliğinin önündeki tüm engeller kaldırıldı. Türkiye’de ‘Ülkenin enerji ihtiyacı var, karanlıkta mı kalalım’ söylemi ve ‘kamu yararı var’ iddiaları ile enerji üretiminde sermaye için büyük bir yağma alanı yaratıldı.
Yalanlar
Şirketlere sağlanan sınırsız özgürlükle sürdürülen enerji üretimi, söylenen yalanlar ve yaratılan yanılsamalar ile ülkenin her yanına yayıldı. Kapitalizm enerji arzını, petrol, doğalgaz gibi enerji kaynaklarına sahip ülkeleri baskı altına alıp gerektiğinde işgaller yolu ile kendine bağlayarak, enerji güvenliğini garanti altına alma peşinde. Irak, Libya ve Suriye’ye yönelik yürütülen savaş politikalarının başlıca amacı enerji kaynaklarıyla ve iletim yollarına sahip olmaktır. Tüm bunlar yaşanırken ülkemizde de enerji üretim yatırımları büyüyerek devam ediyor. Kapitalizmin olmazsa olmazı enerji her biçimiyle karşımıza çıkıyor. Bazen nükleer santral, termik santral, HES, rüzgar, güneş ve bazen de biyokütle enerji santralleri, katı atık yakma ve enerji üretim tesisleri adı altında birçok biçimi ile karşılaşıyoruz. ‘Ülkemizin enerji ihtiyacı’ söylemi gerçekte hangi sınıfın çıkarlarını ve ihtiyaçlarını ifade ediyor? Ya da yaşananlar bu ihtiyaçtan dolayı mı?
Enerji ihtiyacı var mı?
Türkiye’de enerji üretim kapasitesi sürekli artarak 93 bin 207.1 MW’a ulaşıldı. Türkiye’de AVM’ler dışında enerji talebinin artmadığı izlenmektedir. Enerji Bakanlığı, Türkiye’nin her yıl yüzde 8 büyüme öngörüsüne göre enerji ihtiyacının belirlendiği söyleniyor. Enerji talebinde önemli bir artış gözlenmezken yüzde 8 şöyle dursun, büyüme beklentisi bile gerçek dışı. Geçtiğimiz Nisan ayında 19 bin MWh enerjinin kullanılmış olması dikkat çekici. Türkiye’de bazı dönemlerde çekilen pik enerji miktarının ise 30 bin MWh civarını aşamadığı bilinmektedir. Yedek enerji üretim gücü pik dönem baz alındığında en çok 50-55 bin MW, yeterliyken iktidarın 93 bin 207 olan enerji üretim kapasitesini gelecek 3 yıl içinde 120 bin MW’a çıkarma hedefi neyin hedefi merak konusu.
Kamusal olan sermayeye
AKP, Türkiye’nin ihtiyacı olan enerji üretimlerini çok aşan bir üretime yol verirken temel yönelimi oluşturulan havuz şirketlerine birikim alanı açmaktı. Bu birikim yolunu açarken halktan toplanan vergiler ve alınan dış borçların aktarılması yoluyla enerji işine hızla girdi. Aynı zamanda oluşturulan havuz sistemleri içinde bulunan enerji, maden, inşaat ve savunma sanayisi gibi kesimlerle birlikte bu yağmacı destek süreçleri artık sürdürülemez hale geldi. İktidara geldikleri dönemdeki dış borç stoğu 10 katı artmış durumda. Dış borçların geri ödenmesi noktasında sıkıntıya giren iktidar büyük bir ekonomik krizi ortaya çıkarırken, dolar 9 lira seviyesine, euro ise 10 liraya ulaştı.
Enerji ticareti
AKP iktidarı inşaattan sonra enerji şirketlerine destek verip bu sektörü büyütürken üretilen enerjiyi dış ülkelere satma hedefi içindeydi. Bu amaçla kamu eliyle komşu ülkeler ve Avrupa ile enerji nakil hatları enterkonte sistem ile entegrasyonu sağlandı. Ancak bugün Irak dışında elektrik enerjisi satılan bir komşu ülkenin olmayışı enerji arz sorununun yakıcı biçimde yaşanmasına yol açtı. AB ile yapılan enterkonte sistemle, Avrupa Elektrik İletim Birliği’ne (ENTSO-E) üye olarak enerji satmayı hayal eden Türkiye elektrik sistemi, 18.09.2010 tarihinde ENTSO-E şebekesine bağlandı. 03.05.2011 tarihli ENTSO-E kararları doğrultusunda 01.06.2011 tarihinden itibaren ‘Ticari Enerji Alışverişi’ dönemi ‘kağıt’ üzerinde başlatıldı. Ancak AB ile sürdürülen katılım sürecinin dumura uğramasıyla bu yol henüz açılabilmiş değil.
Enerji ihracatı
Eski Enerji Bakanı Taner Yıldız 11.12.2013 günü Gürcistan ile gerçekleşen enerji nakil hatlarının entegrasyonu ile ilgili yaptığı konuşmada, “Türkiye, ENTSO-E dediğimiz Avrupa Birliği üyesi ülkelerinin enerji enterkonneksiyonu ile alakalı konunun da artık tamamen içine girmiş bulunuyor. Yani Gürcistan’da üretilen bir elektrik, çok kısa süre içerisinde Avrupa pazarlarında artık yer alabilecek” olarak kullandığı ifadeler süreci özetlerken, özellikle 2013 yılı sonrası enerji yatırımlarına destekler sınırsız düzeye getirilmeye başlandı.
Piyasalaşan enerji!
AKP hükümeti tarafından çıkarılan ‘Elektrik Piyasası Kanunu’ yukarıda değindiğimiz politikaları teyit etmektedir. Yayınlanan kanunun tamamı serbest enerji piyasasını düzenliyor. Kanunun bir maddesi şöyle: “TEİAŞ bakanlığın uygun görüşü alınarak uluslararası enterkoneksiyon hatlarının ulusal sınırlar dışında kalan kısmının tesisi ve işletilmesini yapabilir ve/veya bu amaçla uluslar arası bir şirket kurabilir ve/veya kurulmuş olan uluslar arası şirketlere ortak olabilir ve bölgesel piyasaların işletilmesine ilişkin organizasyonlara katılabilir.” Bir başka madde ise “Tedarik şirketleri herhangi bir bölge sınırlaması olmaksızın toptan ve perakende satış faaliyetlerinde bulunabilir.”
Şirketler için birikim alanı
Bu kanunla herhangi bir kentte enerji üreten bir şirketin Türkiye’nin herhangi bir yerinde bulunan bir dağıtım şirketine veya üretim tesisine enerji satması sağlandı. Bir diğer hedefleri ise Türkiye’de enerji üretimi yapan bir şirketin örneğin, İtalya’daki bir müşteriye direkt satış yapabilmesinin koşulları yaratılırken şirketlere büyük bir birikim alanı oluşturuldu. Daha iyi anlaşılabilmesi için 2 alıntı daha yapmamız gerekiyor, “Elektrik enerjisi ve/veya kapasitesinin uluslararası enterkoneksiyon şartı oluşmuş ülkelere ihracatı, tedarik lisansına sahip şirketler ve üretim şirketleri tarafından, bakanlığın uygun görüşü doğrultusunda, bu kanun ve ikincil mevzuatı uyarınca kurul onayıyla yapılır” ve “sınırda yer alan illerde kurduğu üretim tesisinde ürettiği elektriği iletim ve dağıtım sistemine bağlantı tesis etmeden kuracağı özel hat ile ihraç etmek isteyen tüzel kişilere üretim lisansı almak kaydı ile bakanlığın görüşü doğrultusunda kurulca izin verilebilir.”
Yarar şirkete zarar halka!
Şırnak’ta kurulu bulunan Ciner Enerji ve Karadeniz Enerji ürettikleri enerjiyi Türkiye içine bağlantı yapmadan Irak’a direkt olarak satmaktadırlar. İktidar planladığı her hedefi sermaye çıkarına bağladı ve kamusal anlamda büyük bir ekonomik yıkıma uğratacak düzeyde dış borçlar alıp, kamuya ait işletmeleri özelleştirmeler yoluyla sermayeye devretti. Irak’a satılan enerjinin kamusal yarar bağlamında hiçbir karşılığı yok. Ancak ‘kamusal zarar’ anlamındaki karşılık Şırnak coğrafyasının ve insanların sağlıksız koşullarda zehirli hava soluyarak yaşamasıdır. Bu şirketlerin toplam enerji üretim gücü 1270 MW ve bu enerjiyi üretebilmek için günlük yaklaşık 30.000 ton Asfaltit adı verilen karbon kayaçların yakılması gerekiyor. Asfaltit’in kül oranı yüzde 35, yaydığı kirlilik ise kömürlü termik santrallerden çok fazla olduğu bilinmektedir. Bir günde 10.500 ton kül ve yaklaşık 9.000 ton kanserojen gazlar bölgenin atmosferine baca filtresi bile olmadan salınmaktadır.
Kapasite bedeli neden ödeniyor!
İktidar ithal ve yerli kömürle enerji üreten termik santrallere, doğalgaz çevrim santrallerine ve HES’lere kapasite bedeli adı altında her ay ortalama 250 milyon lira ödeme yapıyor. İktidar bunun nedeni olarak bu santralleri sistemde tutmak olduğunu belirtiyor. Enerji üretimi yapmak için kurulan santraller niçin sistem dışına çıksınki? Bunun elbette bir nedeni var çünkü tüm santraller kapasiteleri kadar üretim yapmaları halinde çok büyük bir enerji fazlası ortaya çıkmaktadır. Herhangi bir şirket satamayacağı enerjiyi niçin üretsin? Satamıyorsa ya kapatır ya da bazı doğalgaz santralleri sahibi şirketlerin yaptığı gibi tesisi söküp farklı ülkelere taşır. Ancak bunun yapılması olansız ve gereksizdir. Devlet alım garantisi verdikten sonra niye taşısın? Bu nedenle enerji şirketlerine kapasitelerinin çok altında enerji ürettirilmesinden kaynaklı açıktan üretmedikleri enerji için para ödeniyor.
Her şey düzmece
Bir diğer neden ise ‘alternatif enerji’ üretimlerine de yol veren iktidar bu santrallerin ürettiği enerjiyi alım garantileri nedeniyle alınca termik, doğalgaz ve bazı HES’ler de enerji kısıntısına gidilmesi zorunluluğu ortaya çıkıyor. Bu durumu gerekçelendiren iktidar enerji üretim çeşitliliği yaptıklarını ve iklim zirvelerinde alınan kararlara bağlı kaldıklarını belirtebiliyor. Ancak bazı ülke örnekleri iktidarın uygulamasıyla zıtlık içeriyor. Bazı ülkeler rüzgar ve güneş enerjisine alan açarken nükleer ve termik santrallerden vaz geçeceklerini belirtiyorlar. Türkiye’de ise tersten işleyen bu durum devam ederken termik santrallere, nükleere inanılmaz destekler verilerek teşvik ediliyor olması iktidarın gerekçesini boşa düşürüyor.
Kamu santralleri çalıştırılmıyor
Diğer yandan özel şirketlerin ürettikleri enerjiyi satmalarını yani piyasalaşmasını sağlamak isteyen iktidar bu amaçla kamuya ait birçok enerji üretim tesisini (2 bin 200 MW güçteki Bursa doğalgaz çevrim santrali) tamamen devre dışı bırakıyor ya da çok düşük kapasitelerle (Keban Barajı vd. kamu santralleri) enerji ürettiriyor. Nereden bakarsanız bakın süreç enerji ihtiyacından dolayı değil, sermaye yağması nedeniyle yaşandığı açıkça göze batıyor.
Meclis gündemine gelen kanun teklifi!
Geçtiğimiz günlerde ‘Elektrik Enerjisi Kanunu ve Bazı Diğer Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ TBMM Sanayi Komisyonu’nda görüşülerek kabul edildi. Komisyondan geçen kanun teklifi bugünlerde meclis gündemine gelmesi bekleniyor. Komisyon görüşmelerine TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB, Madenciler Derneği, RES Üreticileri Derneği ve diğer enerji şirketlerini örgütlendiği 13 örgütün davet edilmesi kanun teklifinin sermaye yararına bir teklif olduğunun açık göstergesi.
Vergisizlik!
Kanun teklifi yukarıda yer verdiğimiz ‘Enerji Piyasası Kanunu’nun yeniden düzenlenerek enerji ve maden şirketlerine özel imtiyazlar, teşvikler, kamudan kaynak aktarılmasının önünde hiçbir engel bırakılmamış. Teklif ile 21 dağıtım şirketine, YEKDEM’den faydalanan 818 enerji üretim şirketine, 1722 enerji üretim şirketleri ile çok sayıda maden şirketine destekler sağlanmak isteniyor. Kanun teklifiyle, maden şirketlerinin ruhsat alanı dışında da tesis kurmaları sağlanırken, maden şirketlerinden ihale vb. süreçlerde zorunlu olan vergi ve SGK borcu yoktur yazısının istenmeyecek olması şirketlerin vergi ödemeksizin ceplerini doldurmasının önü açılıyor.
YEKDEM havuzu!
Tehlikeli ve tehlikesiz atıkları yakarak (Çöp yakma, Biyokütle) enerji üretimlerini ‘yenilenebilir enerji’ olarak kabul edilip YEKDEM kapsamına alınarak havuz içindeki şirketlere birçok destek sağlanmak isteniyor. BOTAŞ, TPAO gibi kurumlar tarafından yurtdışında kurulmuş olan ve off-shore şirketi olarak nitelendirilen şirketlere, Türkiye’de ki kanunlardan muaf tutularak Türkiye’de faaliyet göstermesi mümkün hale getiriliyor. Enerji üretim tesisleri için kamulaştırma yetkisi Maliye’den EPDK’ya devrediliyor. JES alanlarının ihale bedelleri ise uzun vadeli taksitlendirmelere bağlanıyor.