Ezip geçen sıradan bir an, insanı alır bir yerlerin sınırına götürür. Sonrası, hep sonrası nerede, ne olacak diye bir kaygı sürüp gider. Tahminler ve gerçekler yan yana yürürken her yer bir olay mahalli, her an bir sonraki anın düşmanı, insan kendi karmaşasının yorgunu. Kavga ve düş ve düşmek birbirini karıştırıyor ve karşılaşıyor. Bir an, sıradan olmaktan sıkılabilir sık sık.
Nadir yapılan bir hata, bir gün dünyanın herhangi bir yerinde vuku buluyor. Bir şeyler değişiyor, yerleşiyor, kovuluyor ve hatta yok oluyor. Barbarlar çağrılar yapıyor ve birileri alkışlıyor çünkü barbarlar çağı bitmedi daha. Bir hata bir sürü hayatı kaydırıyor ve kaldırıyor.
Şu günlerde herkesin işi kendi enkazlarından hatıralar kaçırmak. Bitebilir, yitebilir, silinebilir ve pek tabii unutulabilir çok şey ve insan. Kaygan bir zemindir yaşamak, herkes adım atar, koşar ve illaki düşer; sıradan, çok da umursanan bir şey olmadan. Bir gün, günden fazlasını hak eder ve talep eder.
Sebepsiz bir yargı insanı korkutur, insanı üzer, insanı ezer; kendinde olan ne varsa hepsinin başına gelmesinin ihtimaline ömrünü serer. Bir günün ömrü bazen ömürleri önüne katar. Hayat ve nefes bir arada ve beraber. Seçmeler vahası, seçimler özgürlüğü, parantezler içinde sıkışma bulvarı. İnsan sebepsiz korkar ve korkmaya alışır ve alıştırır.
Çok şey kesik kesik ve kesit kesit gidiyor. Bakınca görülmeyen, gidince görünen ağır yaşamlar var, dolaşıyor aramızda. Aramızda olmayınca arkamızda olanlar, öne birilerini çıkarıyor. Yaksa da yansa da hep ileri. Kurban ve kahraman isimler, kutsal methiyeler ve sonra da alkışlar. Bir yerlerde festivaller, bir yerlerde kanlı canlı taklitler, bir yerlerde yalnız bırakmalar. Çok şey bir şeyin feda edilmesiyle her şeyi yok eder.
Yanılmakla yersiz zamanda yer almak arasında pek bir fark kalmayınca, her iz bir yolun işaretidir. Beğenmekle geçen günler, katılmakla geçen haftalar, umut emekle geçen yıllar; bu bir harita. Çevrenin zaman ve mekân ilişkisi, çiziyor geçer dediklerimizi ve geçmeyenleri. Bir gün insan yanılır ve yalan söylemeyi o da becerir.
Büyümek bir dehşet, bir kapı. Manzara dünya, hedef yaşamak ama nasıl? Binlerce ihtilalin ve istikrarın ihtimallerle telef olduğu, buna alıştığı bir yeryüzü. Başlangıcı ve sonu birbirinden beter bir vaziyette ve insan davranmak istiyor ama yine nasıl? Tehlike nerede ve kimden diye diye sorularını coşturur. İnsan büyüye büyüye her yerden kovulmaya koşar ve alıkonulur.
Sermayesi yaşamak, neticesi ölmek ve peki hepsi her şeyiyle bu kadar mı? Emsali gelecekse de emaresi nerede ya da kimde? Sormak bir insan hakkıdır, sebebi ve zarafeti her daim devam etmektir: Cevapların kaçmaktan yorulduğu bir haysiyet, soruların yorulduğu bir cesaret. İnsan sermayesiyle yalnız yürür ve yürütür.
Ev bir felsefe bir de bir sefalet yeri. Ev bir muamma biraz da; ev yapanın evi olmaz, ev yıkanın evleri artar. Başka bir şey daha var neyse ki; sınırlar ve sınıflar birer bent, yapılan şey yıkılır da. Yıldırmak ceza ve eza, ödül ve meşale, yazmak ve çizmek ve birçok şey daha, biraz daha. Yetmez çünkü demekle başlayan bir sonda herkese merhaba ve elveda. Bir ev, bir evden fazla her şeyle doludur.
Buralara kadar düşe kalka geldik. Her şey birileri ve onların bir şeyleri içindir, denildi. İnanmadık, ikna olmadık ve isyan ettik. Dur durak bilmeden sokaklara, meydanlara, dört duvar arasına, dağlara serpildik tüm ihtişamlı heybetimizle. Dardı dünya, döndürdük kendimizle ve kendimizde. Dedik budur bize yakışan ve yaklaşan. Buralar gelmemiz içindi, içimizdekilerle geldik ve getireceğiz.
Haftanın kitap önerisi: Byung-Chul Han, Ritüellerin Yok Oluşuna Dair-Günümüzün Bir Topolojisi / Çeviren: Çağlar Tanyeri, İnka Yayınları