İnsanlık son birkaç aydır koronavirüsün yarattığı sınır tanımaksızın süren bir salgınla (pandemi ile) boğuşuyor. Kendi merkezinden bakarak olur verdiği kapitalizmle gelinen tarihsel dönemde iki yıkıcı süreç hız ortaklığı yapa yapa yaşamı ölüme sürüklüyor.
Suların ticarileştirilmesi için siyasi kararlar bu topraklara bulaştığında, dereler, pınarlar yanıbaşında yaşayanlar tarafından korunmaya çalışıldı. Koruma dili, yöntemi bugün yaşamı mahkum eden bu hız ortaklığının sonucunu işaret etse de ulus devletlerin varoluş öğretileri ve uygulamaları birbirinden ayrıksı yürüttürdü mücadeleyi. Buna rağmen yerellerden yükselen direniş; neden–sonuç ilişkisini sorgulattırdı, sermayeyi teşhir etti, mahkum etti. Suyun metalaştırılması için verilen kararların olası sonuçlarını görerek doğanın kendisini ve yaşamdaki katkısını korumayı amaç eyledi.
O günlerde hukuk; meşru hukuk zemininde daha politik perpesktifte tartışılmaya başlandı:
-Su doğal döngü için, yaşam için temel unsurdur, sermaye birikimine sokulup yaşamdan koparılırsa ekosistemler ve içindeki canlılar için ölüm demektir-, bunu biliyordu mücadele edenler. Sermaye birikim hızına suyun döngü hızı yetişemez ve yaşam yenik düşer diye süren değerlendirmeler, doğanın yasaları daha önemsenerek, daha yaşamsal politik tartışılmalara evrildi. Örneğin; suyu sermaye birikimine sokan, canlıları ölüme mahkum edendir diye tartışıldı, tıpkı silahı doğrultup karşısındakini vurursa öldüremese bile öldürmeye teşebbüs etmesi gibi. O yüzden suyun sermaye birikimine alınmadan, birikimden kazananların ortaklığına sokulmadan korunması esas alındı. Biliniyordu ki bu ortaklık bir kez kurulursa sonuçları ile mücadele edilemez.
Bugün yaşananlar gibi.
Bu günlerde koronavirüsten kaynaklanan hastalığa yakalanmış ve yenmesinin mutluluğunu yaşadığımız halk sağlığı emekçilerinden, araştırmacılarından sevgili Mehmet Zencir’in değerlendirmesi ile devam etmek istiyorum yazıma: “-COVİD 19’a karşı önlem almak doğayı yok sayan kapitalist sistemde mümkün değil-.
Doğal alanlar kapitalizmin stratejileri ile sermaye birikimine sokulduğunda, etkilerini yoksul halklar; işçiler, kadınlar, çocuklar, kapitalist sistemlerin ötekileştirdikleri yaşamakta. Alınan, uygulanan siyasi kararların sonuçlarını güvencesiz yaşama mahkum edilen daha yıkıcı yaşamakta.
Kozlu’da, Soma’da, Afşin Elbistan’da; DursunBey’de, Ermenek’te vd kömür ocaklarında, termik santrallarda sadece yüzlerce işçi ölmedi, İş cinayetlerinden yaşayarak kurtulanlar, yakınları, madenin çevresinde barınanlar bugün pandemiden daha hızlı etkilenmekte. Jeotermal enerji üretim santralları Aydın’da yaşayan köylüleri nicedir sağlıksızlığa mahkum etti. Şimdi onlar pandemili günlerde virüse karşı yaşam- ölüm arasında mücadele etmeye çalışıyor. GDO ile beslenen insanların bedenine korona vb benzeri virüs girdiğinde ne geleceği söylenen patentli aşısı fayda edebilir, ne de sağlık emekçilerinin iyileştirme çabası.
Çocukluğunda beslenemeyenler yaşamın içinde durmaya çalışsa da kendi ekosistemi pandemiyle baş edemeyecektir.
Pandeminin aşısı üretilse bile aşıya erişme de ayrıcalıklı olmayı sürdürecektir. Diğerleri gözden çıkarılanlar olacaktır tıpkı bugün ulaşılamayan hastalar, kimsesizler, evsizler, çalışmaya zorlanan işçiler gibi.
Bugün yaşadığımız salgın bir sonuçtur, sağlıksızlık haline dönüştürülmüş yaşamların sorumlusu yaşamı /ekosistemleri sermayenin çarkına alarak yıkıma, ölüme taşıyanlardır. Nedenle değil sonuçla ulaşmaya devam edersek, hep birlikte bu döngünün içinde kaybolup gideriz. O zaman aklımızdaki çözüm de bir maske ve Godot’yu beklercesine aşıyı biraz da havaların ısınmasını beklemekten ve sadece kendimiz için istemekten öteye geçemez.
Kapitalist sistem bu süreçten de kendine yeni alanlar açarak çıkacaktır. Tıpkı endüstri havzalarının etrafına kanser hastaneleri oluşturduğu gibi, an meselesidir pandemiye karşı patentli çözümlerin piyasaya sürülmesi.
Kapitalizmden kurtuluş, eşit ve özgür yaşam bu yıkım sarmalını yenmemizin politik çıkışı ve temeli olarak önümüzde durmaya devam ediyor.”