Kanada’da Montreal kentinde kapitalist ülkeler 7-19 Aralık tarihinde BM biyoçeşitlilik konferansında (COP15’de) buluştu. Her zaman yaptıkları gibi, diğer ülkeleri de çağırarak, konferansta doğal varlıklar, türler üzerinde yapacaklarını, yeni sömürü alanına ilişkin süreçlerini “tartıştılar”, amaçladıklarını “doğa için uluslararası dönüştürücü anlaşma”i 2030’a kadar hedefler olarak tüm dünya ülkelerine duyurdular.
Kunming-Montreal biyoçeşitlilik çerçeve sözleşmesi (GBF) olarak ilan edilen duyuruya 188 ülkenin katıldığı belirtildi. Tartışmalarda dinozorların yok oluşu örneklenerek yerkürenin %30’unun koruma altına alınmasının, bozuluma uğramış ekosistemlerin %30’unun restorasyonunun ve bu amaçlar için finansal akışının zorunluluk olduğu belirtildi. Kapitalist sistem her yeni stratejisini aktarırken yaptığı yöntemle tartışmayı sürdürdü. Doğal türlerde, çeşitlerde kayıpları, doğal varlıklar ve alanlar üzerinde bugüne kadar yapılan müdahalelerin sonuçlarını, ekosistemlerdeki geri alınamayacak yıkımları kabul ederek, bu yıkımlar üzerinden kendisini yeniden üretecek yeni sermaye alanlarını belirledi.
Kapitalist sistemin kendi krizlerinden çıkış çözümlemelerinde sıkça başvurdukları temel perspektifleri; sermayenin sürdürülebilirliği, yıktıklarının restorasyonu, yeşil fonlarla finansallaştırma, COP15 tartışmaları, deklarasyonu ve çerçeve sözleşmesinde de eksiksiz yerini aldı. O güne değin yaptıklarının sonuçlarını kabul ederek kendileri için yeni sermaye alanı açmalarının bir örneği daha biyoçeşitlilik ve doğal alanların kullanıma açılması üzerinden koruma-kullanma açmazında meşrulaştırılarak başlatıldı.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı direktörlerinden Inger Andersen bu gidişatı durdurmak için ölçümlemeleri hızlıca yapmaları gerektiğini, ortaklaşılan 23 hedefin yerine getirilmesini ve doğa ile barış yapılmasını salık verdi. Dolayısıyla yapacaklarını güçlendirecek belirleme, sayısallaştırma kuruluşlarının ve teknolojilerinin de sürece eklemlendiği ilan edildi.
Kararlarında;
- Karasal alanın %17’sinin, okyanuslar dahil deniz ekosistemlerinin %8’inin korunamadığını belirliyorlar, dolayısıyla deniz ekosistemi ve etrafındaki karasal alanın restorasyonunu hedefliyorlar.
Aslında hedeflenen deniz içinde, kıyısında ve periferinde bu karar gereği yapılacakların -bozulmuş restorasyon yapılmalı- perspektifi ile, bugüne kadar yok oluşuna katkı verdikleri doğal alanları restorasyon adı altında (liman, marina, deniz içi yapıları, dolgular, suni kanallar, etrafında kent dokularının inşası vb) yapılaşmaya açmak.
- Bu amaçla yeşil fonlardan finans desteği doğal alanlara müdahale için şirketler, kapitalist sistemler arasında akacak.
Biyoçeşitliliğin sürdürülebilir kullanımı için teşviklerin arttırılmasını, küresel biyoçeşitlilik çerçeve fonundan (GEF) fon desteği akışının bu amaçla arttırılmasını ve kendi aralarında paylaşımı da güçlendirmeyi hedeflemekteler.
Kararı imzalayan ulus devletlerden ve şirketlerden yılda en az 200 milyar fon aktarılması, gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere finans akışının 30 milyar dolara çıkarılması, biyoçeşitliliğe zarar veren işletmelerden 500 milyar dolar hibe devlet desteğinin kademeli kaldırılması ya da yeniden düzenlenmesi, ulusötesi şirketlerin, finans kuruluşlarının, tedarik zincirleri ve kendi operasyonları ile biyoçeşitlilik üzerindeki riskleri izlemeleri, değerlendirmeleri ve açıklamaları gibi detaylar ile sermaye akışı kendilerini onaracakları yöntemler olarak ilan edildi.
Açıkça görülmekte ki; Türkiye gibi Paris Anlaşması’nı gelişmekte ülke statüsünde kabul eden ve kapitalist sistemin içine eklemlenen, yeşil ekonominin fonlarından finans akışına aday ülkeler ise doğal varlıkları sermaye birikimine sokmaya hızla devam edecek. Kapitalist sistemi besleyen yeşil ekonomi fonların desteği ile sermayenin ve iktidarlarının sürdürülmesini sağlayacak.
Kararlarda; yeni ilaçlar, aşılar ve gıda ürünleri üretmek için sıklıkla kullanılan, doğadan aldığımız sayısallaştırılmış genetik bilgiye gereksinim olduğu gerekçesi ile dijital dizi bilgisi sisteminin (DSI) finansallaştırılması da hedeflenmekte.
Konferansta Afrika ülkeleri doğal varlıkların türlerin korunması için finans sağlanmadığı gerekçesi ile itiraz etse de bu itiraz kabul görmedi. COP15’e başkanlık yapan Çin’in sunduğu anlaşmanın son halini, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Kamerun, Uganda anlaşmaya DSI ile ilgili geleneksel bilginin (yağmur ormanlarından, mercan resiflerinden) geldiği, bu bilginin sayısallaşması ile koruma bütçesi talebinin ilişkili olduğu değerlendirmeleri üzerinden yapılan itirazlar ve itiraz eden ülkeler kapsam dışında kaldı.
BM’in eliyle daha önce stratejik olarak yaşama geçirilen sürdürülebilir kalkınma, enerji ticareti, suyun metalaştırılması, su havzalarının sermaye tarafından bütünleşik kullanımı doğal ve kültürel varlıkların sermaye birikimine (maden, enerji, inşaat, su, tarım üretimleri ile) sokulması sürecek.
Kapitalizmin kendini yeniden üretme hamlelerini pek çok konferans ve çerçeve kararlarla BM aracılığı ile başlatmasının dünya halkları olarak tanıklarıyız. Bu stratejilerin sonuçlarını bizler her geçen gün daha derin yaşıyoruz. Bugüne kadar yaşam alanları üzerindeki çitlemeleri yaratan, halkları yoksulluğa, sefalete, sağlıksızlığa sürükleyen, işçileri, kadınları, çocukları, yaşam alanlarını sömürenler onlar değilmiş gibi, oluşturdukları ekolojik krizlerden sorumlu değilmiş gibi, Malthus’çu yaklaşımları ile halkları, hatta geçimlik üretimleri (örneğin geçimlik tarımı) sorumlu tutacak kadar ileri giderek, kendilerini yeniden üretecek stratejileri harekete geçirmeye devam ediyorlar. Koruma ile maskeledikleri kullanma hedeflerini, buna dayalı yeni liberal stratejileri boşuna meşrulaştırmasınlar.