Dünyanın dört bir yanında yaşamakta olan Kürt halkına yönelik birçok televizyon kanalının yayın merkezi, Belçika’nın, -Avrupa Birliği’nin ve hatta NATO’nun başkenti durumundaki Brüksel’in- Danderleeuw kasabasındadır. İki yerleşim birimiyle daha birlikte oluşturduğu belediyenin nüfusu 20 bin dolayındadır. Brüksel’in taşrasındaki bu yerleşim yerinin ekonomisinde harcama ve çalışanlarıyla televizyon kanallarımızın oldukça önemli bir yeri olsa gerek.
Avrupa’ya her gidişimde şu veya bu nedenle ben de mutlaka Danderleeuw’a uğrarım ya da -artık belki de şöyle demeliyim- uğrardım. Devlet aklı Schengen vizeli pasaportuma el koydu ve beni tamamen ‘yerli ve milli’ hale getirdi. Neyse, konumuz bu değil…
Televizyon kanallarımızın yayın yaptığı binaya geldiğinizde giriş kapısındaki güvenliğe başvurursunuz; şu kişi ya da kişileri görmek istiyorum diye. Güvenlikteki kişiler size bir yaka kartı verir ve bir üst kata çıkarır. Orada birçok koridor ve onlarca oda vardır; ancak sizi önce hemen sağa dönünce ilk odaya alırlar misafir olarak. Aslında burası bir nevi “halkla ilişkiler odası” falan değildir ama ilk muhatap alınacağınız yerdir. Bu odada en az iki kişi çalışır ve daha neredeyse en önemli işlerden biri yapılır:
Burası televizyonların çoğunun akışının -yani hangi programın hangi saatte ve ne kadar uzunlukta yayınlanacağının- planlandığı yerdir. Bırakın saati, dakikaları, saniyelik süre uzunluklarının ayarlandığı ve planlandığı yerde çalışanlardan biri de Serdar Karakoç’tur. Serdar bir yandan, en hassas planlamalarla uğraşırken, bir yandan da sizinle ilgilenir; çay ya da kahve ikram eder ve dahası konuşmak ya da ziyaret etmek istediğiniz kişiyi haberdar eder; sizin ilgili kişiyle görüşmenizi organize eder.
Serdar Karakoç, yirmi yıldan uzun bir süredir Avrupa’da yaşıyor. Avrupa’ya geliş-göç etme nedeni de ‘turistik’ değil. Türkiye’deyken de, Özgür Basın geleneğinin kurumlarında çalışmayı tercih etmiş biri. Nitekim önce Özgür Gündem gazetemizde, İzmir Büro’muzda çalıştı. Dahası ve çok daha çarpıcı olanı, Özgür Ülke gazetemizin merkezi ve iki bürosu aynı anda 3 Aralık 1994 günü dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in emriyle bombalandığında, gazetemizin merkez binasındaydı.
Bombalanan binadan tesadüfen canlı olarak çıkanlardan ve sonra da gazetede çalışmasın diye güvenlik güçlerince rahatsız edilen kişilerdendi. Bu yüzden, Avrupa’ya gitmek zorunda kaldı ve şimdiye kadar oradaki gazetemizde ve televizyonlarımızda çalıştı. Şimdiye kadar, hiçbir Avrupa ülkesi Serdar Karakoç’tan şikayetçi olmadı. Ama Hollanda polisi, Serdar’ı 23 Mayıs 2024 günü gözaltına aldı ve bilahire tutukladı. Şimdi bize diyor ki, “Valla bu benim kararım değil, bunu Alman devleti istedi”.
Oysa biz diyoruz ki; Serdar Karakoç gazetecidir! Onun Avrupa’ya gelmek zorunda kalışı, Türkiye’de kendisini bombalayıp öldürmeye çalışan devlet aklı yüzündendir. Serdar, yirmi yıldan uzun bir süredir, Avrupa’dadır. Onun gibi pek çok Özgür Basın çalışanı-gazetecisi şu anda Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşamak zorunda kalmıştır. Bizleri şimdiye kadar -demokratik temayüller gereğince- bağrına basan Avrupa devletlerine -onu yönetenlere- ne oldu? Niçin bize böyle davranmaya başladılar?
Avrupalılar bugünlerde Avrupa Parlamentosu için sandık başlarına gidiyorlar. Uygarlığın beşiğinde yaşadıklarını düşünen-söyleyen Avrupa halkları, Türkiye’deki dikta rejiminin isteklerini yerine getiren iktidardaki partilerine mi oy verecekler, yoksa kendi ülkelerindeki demokrasiye sahip çıkıp, seçtikleri temsilcilerinin diktatörlerle siyasi zeminlerde demokrasi mücadelesi etmesini isteyecekler?
Serdar Karakoç gazetecidir! Serdar’ı serbest bırakın! Dikta heveslilerini sevindirmeyin!..