İlham Bakır
Bir süredir Kürtçe seçmeli derslerle ilgili bir kampanya yürütülüyor. Liberal, milliyetçi Kürt çevreleri tarafından başlatılan Kürtçenin seçmeli ders olarak tercih edilmesi kampanyasına Kürt mahallesinden çok geniş bir çevreden destek geldi. Diyarbakır Valisi’nin ve AKP milletvekillerinin ve kimi yandaş basının da bu kampanyaya destek çıkması, meselenin çekilmek, kıstırılmak ve hapsedilmek istendiği yeri gösterdiği kadar iktidarın Kürt mahallesinde kendisine kapanan kapıları aralamak için de bir fırsat olarak bunu değerlendirmeye çalıştığı görülüyor. Eylül 2012’de yayımlanan yönetmelikle yürürlüğe sokulan seçmeli Kürtçe dersleri için materyal sağlamayan, çok az öğretmen ataması yaparak ve okullarda fiili olarak bu derslerin seçilmesini engelleyecek yöntemler uygulayarak Kürtçe ders eğitiminin yapılmasına olanak vermeyen iktidarın, bürokrat ve milletvekillerinin Kürtçe seçmeli derse bu kadar sevdalı olması, bu politikasından kaynaklanmaktadır. Kürtçe seçmeli ders kampanyası yürütenlerin, iktidarın bu politikalarına hizmet etmek için bunu yaptıklarını söylemek doğru değil elbette. Fakat bu kampanyayı yürütenlerin bunu Kürtçe eğitim hakkının kazanılmasına giden bir taktik bir adım olarak ele almaları ve iktidarın kimi kanatlarının buna destek veriyor olmasındaki ikiyüzlülüğü iyi anlamamaları, bunu teşhir etmemeleri durumunda iktidarın bu alanda yürüttüğü politikanın yedeğine düşeceklerini görmeleri gerekir.
İstanbul’da sokakta Kürtçe müzik yapan müzisyenleri polis marifetiyle susturmaya kalkmaları, iktidarın Kürde, Kürtlüğe dair ırkçı politikasının, tahammülsüzlüğünün ve ikiyüzlülüğünün çuvala sığmayan mızrağıdır. Çok açıktır ki Kürtlüğe dair en temel yaklaşımları tıpkı Sezen Aksu’ya yönelttikleri tehditte olduğu gibi Kürtlerin Kürtçeyle en ufak bir temas kuran dillerini kökünden koparmaktır. Mevcut iktidar reel politik gereği istese bile kendi tabanında, bürokrasisinde, siyasetinde yarattığı şoven iklim ve girdiği ittifaklar, artık onun Kürtlerle ve Kürtçeyle kandırma, ağza bir parmak bal çalma dışında bir ilişki kurmasına izin vermez. Kürtler ise bu kandırmanın her çeşidini, adlarını bildikleri gibi bilirler. Kürtler artık bir parmak bala razı olacak bir halk değildir. Çünkü o balın, üreten emeğin var edeni, o balın üretildiği peteğin sahibidirler.
İktidarın insan zihnini, tasavvurunu, ruhunu, aklını, dilini bu kadar zehirlediği; gücün bu kadar insanı zıvanadan çıkardığı, tahakküm etmenin şehvetinin bu kadar salyalar akıttığı; kibrin, büyüklenmenin bu kadar gözleri kör ettiği bir dönem yaşanmamıştır Türkiye tarihinde. Fakat artık bu kibri yaratan güç tükenmeye, takatten düşmeye ve teşhir olmaya başlamıştır. Sezen Aksu ve Kürtçe müzik yapan sokak müzisyenleri meselesinde ortaya çıkan durum iktidarın kandırma ve manipüle etme potansiyelini kaybettiğinin göstergesidir. Sanat alanında yaşanan bu iki gelişme, gelişen direniş ve mücadele dinamiği bir milat olarak bir yere kaydedilmelidir. Yüce dağ başlarından daha yukarıda gezen, dil koparmayla tehdit eden o devasa muktedirlik, bir minik serçenin, ufacık tefecik bir kadının onurlu ve kararlı duruşu ve sanatıyla verdiği güçlü cevabın karşısında çark etmek durumunda kalmıştır. Bu yaman muktedirlik zehirlenmesi içinde yaşanan bir ilktir bu. Dil koparma tehdidine karşı “Sen beni sezemezsin. Dilimi ezemezsin. Kim yolcu kim hancı? Dur bakalım! Beni öldüremezsin. Sesim, sazım, sözüm var benim” diyen ve son sözlerini de “Ben derken ben herkesim”le noktalayan bu dik duruş, halkını ve hakkını ve onurunu savunan bir sanatçı olarak herkesleşmenin, halklaşmanın ne demek olduğunu herkese gösteriyordu. İşte başı dağ doruklarında dolaşan bir muktedirliğe, bu küçük serçe karşısında geri adım attıran da bu herkesleşme iradesi ve mücadelesidir.
Kürtçe müzik yapan sokak müzisyenlerinin dilinin koparılmaya çalışılması da Kürt müzisyenlerinin, Kürt sanatçılarının ve dostlarının direnişi ile aynı şekilde muktedirliğe geri adım attırmış ve yasağın Kürtçe ile ilgili olmadığına dair açıklama yaptırmak zorunda bırakmıştır. Bu daha başlangıç, devamı gelecek. Geliyor gelmekte olan. Kuryelerin, depo emekçilerinin direnişi, zamlı fatura protestoları bir çığa dönüşecek olan Minik Serçe ve Kürt müzisyenlerin çığlığına, kartopuna eklenerek büyüyor.
* Mecid Mecidi’nin bir filminin adı.