Gazeteci arkadaşı Hasan Özgün, katledilmesinin 30. yılında Mehmet Şenol’u anlattı: Şenol gazete balyasını aldı karşı tarafa bayiye doğru yürüdü. Yürümeden önce silahını gazete paketinin altına koymuştu. Ben karşı tarafta bekliyordum. Tam sağıma baktığımda elinde silahla bir kişinin çıktığını gördüm. Şenol diye bağırdım, kendimi arabanın arkasına attım
Hüseyin Kalkan
O Amed’in ele avuca sığmaz gazetecisiydi. Aslında gazeteciliği seçmeden önce de ele avuca sığmazdı. Muhasebeciliği bırakıp tiyatro oyunlarında rol alması bunun bir göstergesiydi. Oradan da gazeteciliğe geçti. Gazetecilik eğitimi almamıştı, ama yaptığı haberlerle değme okullu gazetecilere taş çıkarttı. Hizbi-kontra hakkında yazmak o günlerde hem cesaret işiydi, hem bilgi işiydi. Mehmet Şenol’da bunlardan ikisi de vardı. Daha sonra dağ yoluna düştü… Yakın arkadaşı Hasan Özgün o günlerde cezaevinde olduğundan çok fazla insana bu kararın nedenini anlatamamış olabilir. Hasan’dan radyo ve fotoğraf makinasını istemiş olması ve onları yanına alması gazeteciliği sürdürme isteğinde olduğunu gösteriyor. Hasan Özgün ile Şenol’un izini sürmeye çalıştık. Ne kadar becerdik bilmiyorum. Ama Şenol gibi devrimcileri tek bir röportajla anlatmak mümkün değil. Daha çok yazacağız Mehmet Şenol hakkında diyorum ve Hasan’a kulak veriyoruz.
- Şenol nasıl başladı gazeteciliğe?
İlk işi muhasebecilik. Sonra çeşitli gruplarda tiyatro yapmaya başlıyor. Tiyatro oyunculuğundan sonra 2000’e Doğru dergisinde işe başladı. İlişkimiz de ordan başladı zaten. Daha sonra haftalık Yeni Ülke gazetesi yayınlanmaya başlayınca gazetenin Diyarbakır bürosunda çalışmaya başladı. Orada önemli haberler yapmaya başladı.
- İlk yaptığı haberler nasıl haberlerdi?
Yeni Ülke sürecinde daha çok sendikal haberler, toplumsal gelişmelerle ilgili araştırma haberler yapıyordu. Ancak Şenol’un şöyle bir özelliği vardı. Masa başı haberciliği yapmazdı. Sevmezdi de. Masa başında oturup haber yapma gibi bir alışkanlığı yoktu. Sürekli dışardaydı, sürekli insanlarla ilişkideydi. Çok geniş bir çevresi vardı. Çocuklardan tutun en yaşlısına kadar herkesle ve çeşitli meslek grupları ile ilişki halindeydi. Bu da onu birçok gazeteci arkadaştan farklı bir konuma koyuyordu. Bir diğer özelliği de haberin kokusunu çok çabuk almasıydı. Bir haberi ucundan tuttu mu onu sonuçlandırana kadar da bırakmıyordu. Sen de hatırlarsın 1990’larda devlet Özgürlük Hareketi’ne karşı Hizbi-Kontra örgütlenmesini devreye koymuştu. Şenol o konuya el attı. Baya araştırma yaptı. Birçok kişi ile de görüştü. Ve sonuçta o örgütlenmenin devlet tarafından organize edildiğini açığa çıkardı. Hatta o örgütlenmenin Kürdistan ayağındaki liderinin de Hüseyin Velioğlu olduğunu ortaya çıkardı. Fotoğrafları ile birlikte dosya halinde 2000’e Doğru dergisinde yayınlandı. O haber yayınlandıkta sonra o derginin Diyarbakır temsilcisi Şırnaklı Halit Güngen iki gün sonra derginin bürosunda katledildi. Çok derin araştırma yaparak sonuca ulaşan bir özelliği vardı.
- Sizin birlikte yaptığınız haberler oldu mu?
Şenol, daha çok tek başına takılan, tek başına çalışan bir gazeteciydi. Araştırma-inceleme haberleri yapan bir arkadaştı. Benim durumum daha farklıydı. Ben büro temsilcisi olduğum için dış ilişkileri yürütme, arkadaşlarla ilgilenme, onlara haber yapmak için imkanları sağlamaktı işim. Bir de tabi dağıtım. Onun yaptığı haberler daha çok ona özel, onun yaptığı haberlerdi.
- Hizbi-Kontra saldırıları arttıktan sonra Şenol’un tutumu ne oldu?
Bu saldırılar karşısında kendini geri çekme gibi bir tutumu tabi ki olmadı. Hizbi-Kontra sivil insanlara, Kürt aydın çevrelerine karşı saldırı başladıktan sonra, bunun haberlerini zaten yapmaya başladı. Senin de bildiğin gibi birçok ilde gazetenin muhabirleri de katledilmeye başlandı. Ona rağmen Şenol, hiç geri adım atmadı. O dönem biliyorsun Özgür Gündem’in Kürdistan’da dağıtımı engelleniyordu. Gazete bayileri tehdit ediliyordu. Hatta öldürülen bayiler oldu. Birçok gazete bayii bizim gazeteleri satmamaya başladı. Yeni bir dağıtım ağı oluşturma fikri de Şenol’dan çıktı. O konuda da baya bir emek sarf etti. O süreçte biz Atılım Basın-Yayın’ı kurduk. Adana’dan gelen gazeteleri Kürdistan’daki diğer illere dağıtımını biz gerçekleştiriyorduk. Bunun yanında Şenol, dağıtımcı çocuklar örgütledi. O zaman Diyarbakır Bürosu’na bağlı 60-70 çocuk vardı. Her caddeye, her sokağa bu çocuklar gazeteyi dağıtıyorlardı. Hizbi-Kontra bu çocuklara da saldırmaya başladı.
- Şenol, bir süre de İstanbul büroda çalıştı.
Şenol, sadece İstanbul Büro’da bulunmadı. Sorun çıkan büroları güçlendirmek için Kürdistan’ın çeşitli bürolarına da gönderildi. İşte Wan’a gönderildi, Cizre’ye gönderildi, sanırım Urfa’ya gönderildi. Bir de Şenol öyle büroya tıkılıp kalacak bir karakter değildi, böyle bir özelliği yoktu. Rahat duramıyordu. Halkın içine karışmak istiyordu. Haberin kokusunu orada alıyordu. İstanbul büroda çok fazla kalmadı zaten. Birkaç ay kaldı. Tekrar Kürdistan’a geri döndü. Değişik illerde görevlerde bulundu. Haber peşinde koşmaya başladı. Dediğim gibi o büroya haps olabilecek bir insan değildi.
- Neden ve nasıl gitmeye karar verdi. Bu kararı seninle paylaştı mı?
Benim fotoğraf makinası ve radyom vardı. Evde idi bunlar. 10 Aralık 1992’deki büro baskınında ben gözaltına alındım ve tutuklandım. Gitmeden bir hafta önce benim ziyaretime geldi. Benden o fotoğraf makinasını ve radyoyu istedi. Ben nedenini sordum. Dedi işte bir yere gideceğim, kırsal kesimde bazı röportajlar yapmam gerekecek. Bana sağlam bir şey lazım. Ben temelli gidecek gelmeyecek boyutunu düşünemedim. “Belki de uzun süre kalabilirim” dedi. Ben de evde olduklarını söyledim. söyledim. Gidip annemden almış. Ve çekip gitmiş. Orada yaptığımız kısa konuşmada bir şey vardı. Artık kendini şehirde tam olarak güvende hissedemiyordu. Başka çare kalmamıştı o dönemde. Öyle bir karar aldı ve gitti. Zaten ruhu ve aklı dağlardaydı.
- Gittiğinde sen hala cezaevinde miydin?
Evet. Gitmeden bir hafta önce yanıma uğradı. Kendisinden haber almadım yaşamını yitirene kadar.
- Yaşamını yitirdiğini nasıl öğrendin?
O süreçte gazete çok nadir bize geliyordu. Bazen haftalarca gazeteyi alamıyorduk. O zaman Milliyet gazetesinde küçük bir haber çıkmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam 1994 yılıydı. 3. sayfada küçük bir haberdi. ‘Hazro kırsalında 11 kişinin öldürüldüğünü’ yazıyordu. Bunu yapanların çoğunun da korucular olduğu belirtiliyordu. Cesetler yakılmıştı. Böyle bir haber okudum. Daha sonra elime geçen gazetede biraz daha detay öğrendim. Bunlar bir noktadan başka bir noktaya geçerken korucuların ateşine maruz kalıyorlar. Asker daha sonra olaya müdahil oluyor. Korucuların eli ile o grup katlediliyor. Daha sonra yaralı olarak yaklandığı yolunda bilgiler aldım. Korucular tarafından diri diri yakılmış. Ceset kömür haline gelmiş. Onun fotoğraflarını da bir ara başka bir gazeteciden aldım. Öyle bir fotoğrafa da ulaştım. Yani vahşice katledilmişler. Normal bir çatışmada vurulup öldürülmemişler.
- Şenol ile ilgili başka ne söylemek istersin?
Bugünkü koşullarda geriye dönüp baktığımda birçok şeyi özlüyorum. Hem içinde bulunduğumuz koşulları, orda yaşadığım insani ilişkileri, sıcak ilişkileri, arkadaşlıkları, dostlukları özlüyorum. Şenol bizim büronun neşe kaynağıydı. Çoğu zaman eve gitmiyorduk, büroda kalıyorduk. Gece yarısına kadar sohbet ediyorduk, şakalaşıyorduk. O çok gergin ortama rağmen. Polisler kapıya geliyordu gece yarısı, kapıyı çalıyorlardı. İçeri girmeye çalışıyorlardı. Şenol, kapının arkasında onlarla alay ediyordu. Özlüyor insan, öyle insanlar özlenir.
- Büroda nasıldı davranırdı?
Şenol sabahları geldiğinde ilk yaptığı şey büro temizliğiydi. Sıra gözetmezi. Derdi ‘Büro temiz olsun gidip gelenler olur.’ Daha sonra oturuyorduk birlikte kahvaltı yapıyorduk, ondan sonra haber toplantısı yapıyorduk. Haber toplantısından sonra herkes yapacağı haberlerin peşinde koşardı. Şenol, ‘Benim falan yerde bir randevum var.’ Gidiyordu saatlerce gelmiyordu. Yakaladığı haberi anlatırdı. Haber tam olgunlaşmamışsa, onun detaylarını ortaya çıkarmak için sokaklarda koştururdu. Masa başı habere inanmazdı. Sendikalara giderdi. Halktan insanlarla kahvelerde oturur sohbet ederdi. Haberin izini böyle sürerdi. Bütün unsurları ortaya çıkınca da patlatırdı. Haberin kokusunu çok iyi alırdı. Böyle bir özelliği vardı. Her konuda haberler yaptı. Sendika haberleri yaptı, toplumsal haberler yaptı. Hatta o köy yakmalar sürecinde bu haberleri izlerken birkaç kere hayati tehlike atlattı. Köy yakma haberi gelince tek başına gidiyordu. Çevre köylerden bilgi alıyordu. Yakılan köye gidip bilgi alıyordu. O konuda korkusuz bir insandı diyebilirim. Haber varsa her şeyi göze alırdı. Haberi her yönü ile takip eden bir yönü vardı.
- Sokaktan geldiği söylenir. Gazetecilik öncesi Qirixlardan biri olduğu rivayet edilir.
Evet. Diyarbakır Qirixının özelliği nedir? Gerçek anlamda Qirixdan bahsedersek sisteme baş kaldıran, sistemi kabul etmeyen, sisteme dahil olmayan özellikler taşır. Şenol da öyle bir karakterdeydi. Öyle bir özellikteydi. Hayatın içinden geçmiş bir insandı. Yani sıkıntısız büyüyen bir insan değildi. Kardeşleri ile birlikte büyümüş, ta çocukluğundan beri değişik işlerde çalışmış, hayatın pişirdiği bir insandı. Öyle bir ortamda büyüyen bir insan, doğal olarak onu o şekildi yaşamaya zorlayan sisteme karşı öfkeli olur. Sisteme karşı duyduğu öfke onu değişik arayışlara yöneltmiş. Zaten muhasebecilikten ayrılıp çeşitli gruplarda tiyatro yapmasının nedeni de bu arayıştır. Daha sonra işte o sanatsal yönü gazeteciliğe yansıdı.
- Dağıtım sırasında ikiniz bir saldırıya da uğradınız.
Bir bayi bizi aramış gazete istemişti. 4-5 gündür bizden gazete almıyordu, tehdit edilmişti. Ne hikmetse o gün aradı “Bana gazete getirin” dedi. Şenol, şüphelendi. “Bu adam 4-5 gündür bizden gazete almadı. Bugün arayıp bana gazete getirin demesi tuhaf, tedbirli olalım” dedi. Bu şekilde çıktık. İkimizdik. O zaman arabalarımız pek fazla yoktu. Olanları da başka yerlere göndermiştik. Bir taksi çağırdık. Taksinin bagajına koyduk gazeteleri, Diyarbakır’ın en işlek caddelerinden biri olan Büyük Postahane’nin karşısında bulunan bir bayi idi. Normalde jandarma 7/24 nöbet tutuyordu o zaman. Ne hikmetse o gün jandarma yoktu. Etraf bayağı sakindi. Araba orada durdu. Şenol, balyayı aldı karşı tarafa bayiye doğru yürüdü. Karşı tarafa yürümeden önce de silahını çıkarmıştı. Gazetenin altına koymuştu, öyle karşıya geçti. Ben de karşı tarafta bekliyordum. Bir şeyler olacağını hissediyorduk. Tam sağıma baktığımda ara sokakta elinde silahla bir kişinin çıktığını gördüm. Ben ‘Şenol!’ diye bağırdım kendimi arabanın arkasına attım. Şenol da orda balyayı atıyor ağacın arkasına gidiyor. Silahına mermeri sürerken, tutukluk yapıyor. Artık ne olduysa. Patlamasa da o silahların görülmesi bizim orada hayatımızı kurtardı. Çünkü bize fazla yaklaşamadılar. Ama iki-üç kişi bize ateş etti. Araba baya delik deşik oldu. Biz gazete bürosuna gittik koşarak. Aradan yarım saat geçmeden polisler geldi büroya. Bizi gözaltına aldılar, karakola gittik. Sanki biz saldırmışız gibi bir muamele yaptılar. En sonunda orada bulunan silah nedeniyle 1 ay kadar bir süre Şenol cezaevinde kaldı. Ben o zaman hafif yaralanmıştım, hastaneye götürdüler. Dikiş attılar, bıraktılar. Öyle bir durum yaşadı. O koşullarda bile bırak kendini düşmeyi çevresindekilere moral vermeye çalıştı. Her zaman moral veren, cesaret veren bir özelliğe sahipti.
NOT: Bu söyleşide kullanılan fotoğraflar ilk kez yayınlanıyor.