AKP iktidarı, “iç cepheyi tahkim” çağrısında bulunarak, bugüne kadar en çok zulüm çektirdiği kesimleri ardında sıralamaya çalışıyor. Kürtlerden sonra şimdi de iktidarları boyunca kazanılmış haklarına saldırdığı, yoksullaştırıp açlıkla karşı karşıya getirdiği emekçilere, “iç cepheyi tahkim” çağrısında bulunmuş.
AKP Genel Merkezi’nde düzenlenen “Yeni Anayasa Çalıştayı”na işveren örgütlerinin yanı sıra, iktidara yakın sendikalar (Türk İş, Hak İş, Memur Sen, T.Kamu Sen) da davet edilmiş. Çalıştayda konuşan AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, emekçilerin hiçbir sorununa değinmezken, “İç cephemizi tahkim edecek, Türkiye’mizi ve milletimizi tarihin öznesi yapacak atılımlar için yeni bir ‘toplumsal sözleşme’ yapmaya kararlıyız” demiş.
İktidar partisinin yeni bir anayasa yapmak için çıktığı yolda, düzenlediği bir çalıştaya sendikaları da davet etmesi ve “toplumsal sözleşme”den söz etmesi anlamlıdır elbette. Ancak yaşanmakta olan toplumsal sorunların baş müsebbibi olan iktidar partisinin “emekçileri temsil etmeyen ‘sendika müsveddeleri’ ile oturduğu masadan yeni bir toplumsal sözleşme çıkabilir mi?” sorusunu da sormak gerekir.
Yukarıda adı geçen sendikalara yönelik “müsvedde” nitelemesini ağır bir itham olarak değerlendirenler olabilir. Ama “AKP’nin tek başına hükümet ettiği 22 yılda emekçilerin kazanılmış haklarına Cumhuriyet tarihinin en ağır darbesi indirilirken sesini çıkarmayan ve emekçileri inim inim inleten politikaları destekleyen hatta AKP’nin bir organı gibi çalışan bu örgütler, sendika olarak tanımlanabilir mi?” diye sormak da tüm emekçilerin hakkıdır.
Bu örgütler içinde -özellikle de Türk İş ve Hak İş’te- sınıf mücadelesi vermeye çalışan şube yöneticileri, işyeri temsilcileri ve üyeler olduğunu biliyorum; onların emeğine, çabasına haksızlık etmek aklımızdan bile geçmez. Ancak Türkiye, sendikal hak ihlallerinde, gelir eşitsizliğinde, çalışan yoksulluğunda, çalışma sürelerinin uzunluğunda ve iş cinayetlerinde dünyada en kötü ülkeleri arasında yer alırken, emekçiler açlık sınırı altında yaşam mücadelesi verirken ses çıkarmayan; buna karşılık sendika(cı) sıfatıyla lüks otomobillerden inmeyen, plazalarda, rezidanslarda yaşayanların yönettiği örgütleri başka türlü ifade etmek mümkün olmuyor maalesef.
Türkiye’de yeni bir “toplumsal sözleşme” yapılacaksa bu siyasi iktidarı tahkim eden “sendika müsveddeleri”nin yer aldığı masalarda değil, işçi sınıfının gerçek örgütleri olan sendikaların, işyerlerinde ve alanlarda gerçekleştireceği mücadelelerle olabilir.
Özellikle 10 Ekim katliamı, ardından 15 Temmuz darbe girişimi, OHAL, KHK’lar ve nihayet Nisan 2017’de gerçekleşen referandumla kurulan otokratik rejim, bütün hak ve özgürlüklerle birlikte sendikal hak ve özgürlükleri de ortadan kaldırdı. Bu baskı ortamı içinde tüm demokratik kitle örgütleri gibi sendikalar da merkezi eylem ve etkinliklerden uzaklaştı.
1990’lı ve 2000’li yıllarda onbinlerce emekçinin katıldığı oturma eylemleri, mitingler ve grevlerle Türkiye’de toplumsal mücadelelere öncülük eden KESK de bu otoriterleşme sürecinde eylemlerden uzaklaşan örgütlerden biri oldu. Binlerce üyesi KHK’larla ihraç edilen KESK, kamu hizmetlerinin -başta eğitim ve sağlık olmak üzere- hızla piyasalaştığı, yoksullaşan toplum kesimleri için ulaşılması neredeyse imkansız hale geldiği; kamu hizmeti sunan emekçilerin esnek ve güvencesiz bir çalışma rejimine mecbur bırakıldığı bir süreçte, sesini alanlarda yükseltme olanağı bulamadı. Ta ki bugün (30 Kasım) Ankara Tandoğan Meydanı’nda “Geçinemiyoruz, Yoksulluğa Karşı Mücadelede Birleşiyoruz” sloganıyla gerçekleştirilecek miting kararı alınıncaya kadar…
30 Kasım mitinginin sloganı, AKP’nin uyguladığı ekonomik programın neticesinde hızla yoksullaşan tüm kesimleri kapsıyor. Gazete Duvar’da Ceren Bayır’ın mitinge ilişkin olarak KESK Eş Genel Başkanları Ayfer Koçak ve Ahmet Karagöz’le yaptığı söyleşide de belirtildiği üzere KESK, bu mitingle sadece üyelerinin ya da kamu emekçilerinin katılımını hedeflememiş; miting öncesinde çalışma yaptıkları 57 ilde çiftçilerle, esnafla, öğrencilerle, işçilerle bir araya gelerek onlara da çağrıda bulunmuş. Bu arada DİSK, TMMOB ve Türk Tabipler Birliği’nin yanı sıra CHP ve DEM Parti başta olmak üzere birçok siyasi partinin mitinge destek açıklaması yaptığını da -bu desteğin göstermelik olmayacağını umarak- belirtmek gerekiyor.
KESK’in çağrısının geniş kesimlerde karşılık bulmasında; mitingde dillendirilecek taleplerin tüm bu kesimleri kapsayacak olmasının yanı sıra, özellikle 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında yaratılan şiddet ve baskı ortamının ardından “toplumsal hareketlerin üzerine serpilmiş ölü toprağından silkelenme” umudu yaratmasının da etkili olduğunu düşünüyorum.
Sözün özü: Türkiye’de toplumun bütün kesimlerini kapsayacak yeni bir “toplumsal sözleşme” yapılacaksa bu AKP Genel Merkezi’nde “sendika müsveddeleri”ne “iç cepheyi tahkim” etme çağrısı yapılan toplantılarda değil, KESK’in öncülüğünde Tandoğan Meydanı’nda bugün (30 Kasım) yapılacak olan miting ve bu mitingle büyüyeceğini umduğumuz mücadele sürecinde olacaktır!