Özgür Müftüoğlu
Ücretin -üretim/hizmet sürecinden emekçilerin alacağı payın- ne kadar olacağını, bunun için gerçekleştirilen mücadeleler belirler. Mücadele etmeden, oturduğunuz yerden patronun (bu patron devlet de olabilir) verdiği ücreti beğenmeyip, söylenmenin somut hiçbir anlamı yoktur.
Emeğin karşılığını almak için mücadele etmek kadar mücadele araçlarının, yönteminin ve izlenecek strateji ile taktiklerin de doğru olması gerekir. Yürütülecek mücadelenin yol ve yöntemi ne kadar doğru, yürütülecek mücadelenin kapsayıcılığı ne kadar genişse emekçilerin elde edeceği haklar da ücret de o kadar yüksek olur.
Geçen hafta bu köşede değinmiştik; kamu işçilerinin hükümetle yaptığı toplu pazarlıkta yüzde 40’ları aşan gerçek enflasyona karşın, ücretlerde ilk altı ay yüzde 12, sonraki altı aylarda yüzde 6 ücret artışı verilmişti. Bu hafta belirlenen memur statüsündeki kamu emekçileri ve emeklilere yapılan ücret artışı, işçilere verilenin de altında kaldı. Böylece reel ücretler düştü, zaten yoksulluk sınırında yaşayan kamu emekçileri daha da yoksullaştı.
Yoksullaşan sadece kamu emekçileri olmadı. Türkiye’de kamu emekçileri emek piyasasında görece güvenceli, örgütlü ve yüksek ücret alan kesimdir. Emek piyasasının geri kalan geniş kısmının sosyal hakları, çalışma standartları ve ücret seviyeleri çok daha düşüktür. Dolayısıyla kamu emekçilerinin haklarını kaybetmesi ve yoksullaşması diğer emekçilerin de yoksullaşması, var olan haklarını yitirmesi anlamına gelir.
Türkiye’de işçilerin yaklaşık yüzde 14’ü, kamuda memur statüsündeki emekçilerin ise yaklaşık yüzde 65’i sendikalıdır (Çalışma Bakanlığı 2021 Temmuz İstatistiği). Reel ücretleri aşağıya çeken ve emekçileri yoksullaştıran sözleşmeler, hükümetle sendikalar arasında yapılmış; yani örgütlü olmalarına rağmen emekçileri yoksullaştıran sözleşmeler imzalanmıştır.
İsimlerini açıkça telaffuz edelim: Türk İş ve Hak, İş işçi konfederasyonu olarak; Memur Sen ise kamu emekçi konfederasyonu olarak hükümetle oturduğu masada emekçileri yoksullaştıran sözleşmeleri imzalayarak “sadece örgütlenmenin gerçek bir mücadeleyi yaşama geçirmek için yeterli olmadığı”nı bir kez daha görmemize vesile olmuştur.
Geçmişten bugüne işçi sınıfının en etkili mücadele aracı olan sendikaların birçoğu bugün patronla ve devletle işbirliği içine girmiş sendikacıların ve kimi üyelerinin diğer emekçilerden ayrıcalıklı hale gelmesini sağlayan “çıkar örgütleri”ne dönüşmüştür. Memur Sen bunun en bariz örneğidir. Kamuda okul müdürleri başta olmak üzere yönetim kadrolarının çok büyük bölümü Memur Sen’e bağlı sendikaların üyeleridir. Kamu emekçileri ya bulunduğu konumu korumak ya da daha üst bir konuma terfi etmek için bu sendikaya üye olmaktadır. Yani sendika adı altında faaliyet gösteren bu yapılar, diğer emekçilerin hakkını gasp ederek kendilerine üye olanlara “çıkar” sağlamaktadır. Bu arada ortalama bir kamu emekçisinden 8-10 kat fazla ücret alan sendika yöneticilerinin kendi çıkarlarını da ziyadesiyle koruduğunu ve her seçim döneminde Memur Sen başkanlarına AKP’den milletvekilliği kontenjanı ayrıldığını da belirtelim!
Ama bu arada şunu da unutmayalım: “Sendika görünümlü ihanet örgütleri”nin varlık göstermesinde sınıf örgütü olma işlevini layıkıyla yerine getir(e)meyen diğer sendikaların da önemli payı vardır!