Zaman hepimiz için aynı hızda akan bir kavram olarak karşımızdadır. Ama çok iyi biliriz ki bazılarımız, bu zamanı doldurmak için çaba sarf ederken, bazılarımız da zamana yetişmeye ayak uydurmaya çalışırız. Söze zamandan başlamak nedensiz değil. Geçen hafta için yazımı sizlere yetiştirememekten dolayı özür borcum vardı.
Çalışma ve Toplum adlı bir derginin başından beri yayın kurulunda olmanın getirdiği bazı ödevler yazımı yazmayı geciktirdi. Birleşik Metal Sendikası’na üye işçiler tarafından desteklenen bu dergi bugün 15. yılını doldurdu. Galiba kendi alanında en uzun soluklu dergi olma yolunda ilerliyor.
Bildiğiniz gibi üyelerinin haklarını ve çıkarlarını koruyan örgütlere dünyanın her tarafında sendika adı verilir. Sendikalar aynı zamanda ait oldukları sınıfların çıkarları adına mücadele örgütleridir.
Türkiye çalışanların örgütleri olan sendikalar çok yönlü birçok sorunu bir arada yaşamaktadır. Hani tam “Devenin nerem doğru ki“ öyküsünde olduğu gibi…
Garip gelmesin, Türkiye’de işçilerin sendikalaşma oranı sadece yüzde 10-12 oranında değişmektedir. Bu oran AKP döneminde ücretli çalışan sayısındaki bütün genişlemeye rağmen çok küçük bir artış göstermiştir ki, bu artıştaki aslan payının Hak-İş Konfederasyonu’na üye sendikalarda toplanmasında AKP iktidarının değerli katkıları olmuştur. Öte yandan gerek DİSK gerekse Türk-iş konfederasyonları üye sayılarında değişme, diğerlerinin yanında “ devede kulak “ misalidir.
Bakılınca görülüyor ki iktidara yakın olmak sadece medya da değil sendikal hayat içinde de verimli sonuçlar vermeye devam ediyor. Kamu sendikaları içinde de yine iktidar partisine yakınlığı bilinen Memur-Sen üye sayısındaki artışı dünya ortalamalarının çok üstünde bir gelişme gösterdi…. Tebrikler Memur-Sen
Türkiye’de bir sendikanın toplu pazarlık yapabilmesi için o iş kolundaki işçilerin en az yüzde birini kendi sendikası içinde örgütlemesi ve yetki alması gerekir.
Bu barajın altında kalan sendikalar için 2016 yılında iki yıllık bir süre verilmişti. ( 6356 sayılı Sendikalar ve toplu iş sözleşmesi Kanunu geç. M.6 )
Bu sürenin yılbaşı itibarı ile sona ermesi ile yüzde 1’lik barajın altında kalan küçük sendikaların yeni dönemde bir toplu sözleşme yapma imkanları ortadan kalkmış oldu. Şayet bir düzenleme yapılmaz ise, bu sendikaların yetkileri ortadan kalkmış olacak ve çalışanlarında sendikal hakları fiilen ortadan kalkmış olacaktır.
Bu küçük sendikaların çoğunlukla DİSK üyesi olduğunu eklersek, ne demek istendiği daha açık anlaşılmış olacak.
Sendikaların önemli mücadele araçlarından biri de grev yaparak işin, işlerin kitlesel olarak durdurulması yolu ile işveren üzerinde bir baskı oluşturmaktır. AKP dönemi boyunca 15 grev erteleme kararı verildi. Aslında AKP, grev olgusunu hiç sevmedi; her fırsatta ertelemeye çalıştı. Bunların yedisi OHAL döneminde kararlaştırıldı. Aslında adı “erteleme” olan bu kararların fiili grev yasağı anlamına geldiğini anımsamak gerekiyor. Çünkü grev ertelemesi sonucunda anlaşma sağlanamaz ise Yüksek Hakem Kurulu’nun kararı ile uyuşmazlık çözüldüğü için bu kararın ismi de erteleme değil grev yasağı olarak düzenlenmek gerekirdi. Bir ülkenin Başkanı, işverenleri yatırıma özendirmek için: “Şimdi grev tehdidi olan yere OHAL’den istifade ile anında müdahale ediyoruz. Hayır, burada greve müsaade etmiyoruz.” demesini başka nasıl açıklayabiliriz ki. Oysa grev, bildiğiniz gibi işçi sınıfının mücadele araçlarından biri olarak yaygın olarak kullanılmaya çalışılmaktadır.
Sendika içi demokrasi olgusunun çok az sayıda sendika tarafından kullanıldığı, sendikacılığın bir meslek türü olarak görüldüğü , cinsiyete dayalı ayırımın en çok sendikalarda yaygınlaştığını, kendi yakın çevresini şube başkanlığı ile taltif eden, sendika başkanların olduğu, oğluna miras gibi sendika yönetim kurulu üyeliği bırakıldığı, bir konfederasyon başkanının bile“ grevin kazananı olmadığı “ gibi ifadelerde bulunduğu bir ülkede sendikal cephede değişen yeni bir şey olmadığının söylemek hiç birimize abartılı gelmemeli … “Nasıl” üzerine bir sonraki hafta duralım.