Meğer öyleymiş de biz bilmemiş, anlamamışız. 28 Şubat baskıları varmış, Kemalistler çok fenaymış, dini eğitimi yasaklamışlar, (Camiler ahır filan mıydı neydi işte) sonra efendim, çaresiz kalan Müslümanlar da kanunsuz ‘dehlizlere’ yönelmişler! Bu arada bazı kötü niyetli kişiler durumu istismar etmişler, hazır istismara başlamışken de çocuklara…
Gazetenin üzerine kusmuyorsunuz değil mi? Kusmayın lütfen. Ama durum böyle… Artık o mahcubiyet günleri, ‘münferit vaka’ sahtekârlıkları filan geride kaldı. Karşımızda doğrudan doğruya şirretlik var. Aklını fikrini kadınlar ve çocuklarla bozmuş olan düpedüz sapkın bir güruh, engin bir hoşgörüden yararlanarak tam bir yüzsüzlük örneği sergilerken, biliyorlar ki çocuk istismarını doğrudan savunan taraftarları ve gazeteleri var, yargıda ve poliste sırtlarını sıvazlayacak ağababaları var.
Ama şu 28 Şubat meselesi önemli bak.
Gerçekten ne olmuştu 28 Şubat’ta? Ben o gece, nöbetçi olarak gazetedeydim. Daha doğrusu herkes gazetedeydi o gece. 9 saatlik bir MGK toplantısından sonra manşeti atmıştık: Postmodern Darbe! Yanlış bilmiyorsam o gün bu manşeti atan tek gazete de bizdik. Attık, çünkü durum öyleydi. Çünkü bu, adı konulmamış bir darbeydi.
Peki, ne oldu sonra? Gündelik tartışmalar filan değil, 1997 ile 2000’lerin ilk günleri arasında politik olarak ne oldu?
İki yaşlı adam vardı Türkiye’de: Ecevit ve Erbakan… İkisi de hakikaten yaşlıydı ve yeni dönemin ‘ruhuna’ tam olarak uygun değillerdi artık. Gerçi, ikisi de halka, işçi sınıfına, devrimcilere ve Kürtlere karşı yaptıkları bakımından hayli sabıkalıydılar ama artık oyun başka bir düzeyden oynanıyordu ve bu ikisi yeterince pervasız değillerdi. Özellikle artık çok para kazanmak ve bunun için de Erbakan’ın ateşli nutukları yerine sessiz ve derinden gitmek isteyen İslami eğilimli sermaye sahipleri, bu yaşlı adamdan fena sıkılmışlardı ve neoliberalizmle daha uyumlu bir yol arıyorlardı. Öteki tarafta ise, bir tür ‘karanlıklar prensi’ olarak Hüsamettin Özkan ve IMF memuru Kemal Derviş vardı.
İkincisi, yani Ecevit’e karşı başlatılan hareket, DSP’den bir çırpıda 63 milletvekili kopardığı halde, tutmadı; sebepleri var, tartışılabilir.
Ama ikincisi, daha ciddiydi. Uzun süren ev toplantıları sürecinde hazırlandı, pişirildi. Daha sonraları açıklandığı gibi, toplantıların bir ayağı da ABD’de yürütüldü, Amerikalılar bu arada bu yeni ‘hizip’ ile çok sayıda görüşme gerçekleştirdi ve tabii ki Gülen Cemaati de işin içindeydi; Egemen Bağış o aralar neredeydi ki?
Böylece 1997 Şubatı ile 2001’in Ağustosu arasında, yani o ‘Kemalist zulüm’ yıllarında, bu yeni kadro, adım adım kendi öz partilerinin, Fazilet Partisi’nin tabanını tırtıklayarak, yüzlerce insanı değişik vaatler ve kulislerle ‘transfer’ ederek işini yürüttü.
Yani şimdilerde ‘28 Şubat’ta ne zulümler çektik’ diyenler, tam da o günlerde, yıllarca biat ettikleri o yaşlı liderlerinin kuyusunu kazmakla meşguldüler. Çok işleri vardı çoook! Sonradan AKP yöneticisi olacak bu ekipten, bir tek kişi bile üniversite kapılarında başörtüsü için eylem yapanların arasında görülmedi. Birkaç istisna dışında çocukları da oralarda görülmedi, çünkü o zamana kadar zaten yükünü tutmuş olan bu kesim, çocuklarını yurtdışında okutabilir bir noktaya çoktan gelmişlerdi. ‘Gözyaşı dökerek gizli gizli Kur’an okumalar’, ‘eziyet altında ibadet etmeler’ filan da tamamen yeniden yazılmış ‘Resmi AKP Tarihi’nin uydurmalarından ibarettir. Menderes’le Deniz Gezmiş’i özdeşleştirerek işe başlayan liberal şarlatanlar ne kadar zorlarlarsa zorlasınlar 12 Eylül ile 28 Şubat’ı da birbirine bir milimetre bile yaklaştıramazlar. Ha, o günlerde dinsel özgürlükleri hakikaten kendine dert edinen Hüda Kaya gibi birkaç insanı ararlarsa da eğer, bulacakları yer de yine o lanetli HDP’dir. Elbette dileyenler, Malezya Büyükelçisi Merve Kavakçı’nın macerasını da inceleyebilir!
Sonuç olarak, kimse bize şöyle eziyet çektik de yasaklar bizi bozdu ayakları yapmasın. Yüzlerce yıldır yediğiniz haltı üç-beş tane operet generalinin muhtırasına bağlamayın. Çıkın deyin ki, bizim gözümüz dönmüş, kadın çocuk görünce sapıtıyoruz, iktidarda da zaten abilerimiz var, tamam bilelim, ona göre çocuklarımızı sizden koruyalım.
Koruyoruz da zaten. Yalnız dikkat edin bu arada gözümüz dönmesin. Yetti artık çünkü!