Ellerine tutuşturulan numaralarla mezarlarını arayan aileler bir mezar taşı için izin almayı bekliyor. Kısacası buralarda değişen hiçbir şey yok. Bu hakikat önümüzdeki bütün bayramlara yeter
Medine Mamedoğlu
“Anı olacak bir şeyim yok, her şeyin dünündeyim” der Birhan Keskin. Coğrafyamızda yaşanan hiçbir şey geride kalmaz. Bizim için her şey bugün bizimle yaşamaya devam eder. Yasımız da acımız da hasretimiz de sevincimiz de… Bayram yaklaşırken normale dönüşe başlayan hayatlarımızda daha dün gibi yaşanan 6 Şubat depremini hatırlatmak için geldim buraya. 6 Şubat’tan sonra gelecek hiçbir bayramın “hesaplaşma” olmadan kutlanmayacağını söylemek için yazıyorum. Herkes bir bayram telaşında olurken mesela Meryem Abla bu bayramı kaybettiği yakınlarının mezarı başında geçirecek, Tuba daha cenazelerini bile bulamadığı iki yeğeninin bir mezar taşının olması için bekleyerek ve anneler her gün yaktıkları ağıtları yeniden yeniden yakıp mezarlık yolunu tutarak geçirecek bu bayramı.
Herkes “normale” dönerken depremzedeler dönemeyecek. On binleri öldüren, milyonları göç ettiren bir deprem kaç ayda unutulur? Enkazların hâlâ yerlerde olduğu, enkazların altından cenazelerin çıktığı ve kayıp cenazelerin olduğu kentlerde bir şey değişmezken normale dönme çabamız neden? Önümüzde dayanışma ile yılları alacak yeniden inşa dururken gözümüzün önündeki hakikati görmeme çabamız neden? Düşündüm ve dedim ki bu hikâyeleri yazmam gerek. Normal hayatına dönmek için can atan ve buralara gözünü kapatan herkesin yüzüne tokat gibi çarpması için bu hikâyeleri yazmam şart.
Depremin üzerinden haftalar geçti ve depremzede aileler bu seneki Ramazan Bayramı’nı çadırlarda geçirecek. Geçen seneye oranla birçok şeyin değiştiği ve eksildiği kentlerde insanların ilk işi ise kaybettikleri yakınlarının mezarını ziyaret etmek olacak. Kimi geçen bayramlarda elini öptürdüğü torununa şeker, kimi kaybettiği çocuklarına oyuncak götürecek. Semsûrlu bir kadının, “On yılda dolacak olan mezarlar iki günde doldu” diyerek gösterdiği mezarlara gidecek olan binlerce insanın yakacağı ağıtı ve gideceği mezarlar ise şimdiden belli. 6 Şubat’tan bu yana her gün mezarlığa ziyarete giden anneler için bu bayram bir şeyi değiştirmeyecek. Her gün ağıtlarını yaka yaka yürüdükleri yollarda bayram günü kalabalık olmaları dışında o anneler için değişen hiçbir şey olmayacak. Ağıtlarına yeni ağıtlar, acılarını ise yeni acılar eklenecek.
“Her aileden bir kişide değil ha, ya beş ya on kişi gitti, kimse kalmadı” diyen Meryem Abla da her gün kaybettiği yakınlarının mezarına giden annelerden sadece biri. Ailesinden üç çocuğunu ve eşini kaybeden Meryem Abla ailede depremden sağ kurtulan tek kişi. Gittiği mezarlıkta önce kaybettiği eşi ve çocuğunu ardından diğer iki çocuğunun mezarını gösteren Meryem Abla, “Onları yan yana bile gömemedim. Beklemediler beni beklemediler…” diyerek yaşatılan acıya tepki gösteriyor. Mezar başında bekleyen Sakine Mutlu ise kaybettiklerini saymaya başlayarak, “Bayram günü dört mezarlık gezeceğim ben. Kız kardeşim, akrabalarım yakınlarım ve babam… Hepsinin mezarına ayrı ayrı gideceğim o gün, bütün günüm mezarlıkta geçecek” diyor.
Gelecek olan bayramın kendileri için hiçbir anlam ifade etmediğini söyleyen depremzedelerin bayram günü gidecek bir evleri yok ancak ziyaret edeceklerini onlarca mezarı var. Bu acı içerisinde bayramın adını bile geçirmeye çekindiğimiz insanlar bir zamanlar hepimizin kullandığı o cümleyi iç çeke çeke söylüyor: “Nerede o eski bayramlar?” Kalanların gidenlerden bir farkının olmadığı kentlerde yaşam yeniden inşa ve dayanışma ile örülürken geride kalanların söylediği tek söz, “Gidenler bir kere bizler bin kere öldük” oluyor.
Yakınlarına ait bir mezar taşı olmasına sevinen insanların yanında bir de aylardır bir toprak umuduyla bekleyen insanlar var. Size değişik gelmesin bu anlatacaklarım, deprem 3’üncü ayına girecek ama kentlerde hâlâ kayıp onlarca cenaze var. Tek bir kişi bile değil, enkazı kaldırılan binalarca kayıp aileler var. “Bana geçmiş olsun, başınız sağ olsun diyorlar, çok zoruma gidiyor biliyor musun? Benim bir mezar taşım yok ki neden başım sağ olsun?” bu sözler kayıp Furkan Aslan ve Battal Gazi’nin teyzesi Tuba’ya ait. 3.5 yaşındaki Furkan Aslan depremin olduğu günden bu yana abisiyle birlikte kayıp. Ne canlı ne de cansız kendilerinden bir haber alınamayan bu iki çocuğun ailesi aylardır bir mezar taşı için mücadele ediyor. Tıpkı kayıp Zuhal, Hiranur, Zeynep’in ailesi ve henüz adlarını dahi bilmediğimiz onlarca Suriyeli mülteci aile gibi.
Şimdi soruyorum size Furkan’ı bulmadan, o ağıtlara ortak olmadan gelir mi bayram? Yanı başımızda her şey dün gibi tazeyken yarım bırakılan hikâyeleri unutarak gelir mi bayram? Merakla gelmesini beklediğimiz normal hayatın yanında bir de bunları hatırlatmak istedim. Çok şeye gerek yok aslında, azıcık vicdan bunları anlamak için hepimize yeter. Biz bunları okurken Meryem Abla’nın yaktığı ağıt hâlâ devam ediyor, Tuba Abla iki yeğeninden hâlâ haber almaya çalışıyor. Ellerine tutuşturulan numaralarla mezarlarını arayan aileler bir mezar taşı için izin almayı bekliyor. Kısacası buralarda değişen hiçbir şey yok. Bu hakikat önümüzdeki bütün bayramlara yeter. Şunu da eklemek isterim ayrıca Semsûr’a, Antakya’ya, Elbistan’a ve Mereş’e bayram hesaplaşma ile gelecek. Süslü cümleler, toplu açılışlar ve unutturma çabası değil gerçek bir hesaplaşma…