Üçüncü dünya savaşı öngörüleri havada uçuşmaya başlar başlamaz her konuda uzman olanlar bir günde koca İran ve hatta Pers medeniyetinin uzmanları olup çıktılar. Bu yazının konusu ve kapsamı ilk etapta böyle bir çağrışım yapsa da esas amacı hiç şüphesiz bu değildir; 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kutuplaşan dünyanın semboller üzerinden yürüttüğü çalışmaların temel olgularına bir göz atacaktır.
Zira kapitalist sistemin değerler merkezinin nizamı ve hegemonyasının bölge üzerindeki son 200 yıllık pratiğine bakmadan ne 100 yıllık ne de son 10 yıllık gerilim hatlarının temel nedenlerini anlamak mümkün olmayacaktır. Her ne kadar 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana savaşların oluş nedenleri, bağlam anlamları ve kültürel yorumları günümüze kadar değişmeden devam etse de, içerik ve biçimleri tamamıyla değişmiştir. Hepsinin en belirgin ortak yanı “ulusal güvenlik tehdidi ve beka söylemleri” olsa da, yeni nesil savaşlar hem teknik hem de semboller düzeyindedir. Diğer ortak yanları ise arkalarında bıraktıkları tahribatın mahşeridir. Evet, savaşın her şekli mahşere açılan tekinsiz bir kapıdır ve ardından evren için hiçbir zaman hayır çıkmamıştır. Dolayısıyla savaşlar her zaman sembol temelli olagelmiş ve hatta antropolojik olarak da hiç değişmemiş ve çoğu zaman sosyal ve kültürel nitelikleriyle bağlamsallaştırılmışlardır.
Bağlamın bu noktasından hareketle eğer sembol terimini, herhangi bir konunun veya maddenin açık anlamını daha anlaşılır kılmak veya soyutlama düzeyi yüklü bir arka plana dayanan bir izahat olarak kabul edersek, Birleşik Devletler’in son saldırısı dâhil olmak üzere dünyada olup bitenlerin tamamının semboller üzerinden vuku bulan çatışma ve savaşlar olduğunu görürüz. Söz konusu olan semboller Soğuk Savaş ruhunun üzerinde yükseldiği savunma sanayi olduğu kadar toplumsal sanatta da yerini almıştır. Ay’a yolculuktan nükleer silahlara, savunma sanayindeki rekabetten, şehir planlamasına, sanattan kültüre kadar her şey semboller üzerinden örüldü Soğuk Savaş dönemi boyunca. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra sistemlerin çatışması hem içerde hem de dışarıda sembolik güç dengeleri, sanayi ve silahlanmanın yanı sıra sanat ve kültür alanlarında da sert bir yarış başlattı. Lakin Soğuk Savaşı adım adım inşa eden en önemli etkenlerden biri de bu güç yarışının sonucunda ortaya çıkan yeni askeri teçhizat ve onu var eden dünya ilhak fikri oldu. Özellikle 1. Dünya Savaşı’nın ne tür bir sembolik suikastla başladığını ve 2. Dünya Savaşı’nın ona benzer sembolik bir ilhakla ortaya çıktığını gördük. 3. Dünya Savaşı’nın bir önceki iki savaş gibi kolayca ortaya çıkmamasının sebeplerinden biri de barış hareketlerinin güçlü olmasının yanı sıra dünya kamuoyunun savaşların ağır tahribatlarının farkına varması neticesinde oldu. Onun için 45’ten bugüne kadar süren savaşa “Soğuk Savaş” denilmek zorunda kalındı. Çünkü dünyada savaş karşıtı hareketler ve entelektüeller başta olmak üzere öğrenci hareketleri, sınıf ve kadın hareketleri meydanlara indi’ “otorite ve totalitarizm karşıtlığı” üzerinden barış ittifakını güçlendirmek için savaş karşıtı özgürlükçü akımlar attı, bu şekilde kanı durdurabildiler ama savaşın soğuk hali semboller üzerinden devam etti. Avrupa merkezinden başlayarak Latin Amerika, Afrika ve Güneydoğu Asya’da çok sayıda sınıf, halklar, kültürel kümeler, barış ve özgürlükçü hareketler tarafından desteklendi. Zamanla savaş karşıtlığı bir ortak kültüre dönüştü ve düşün dünyası, edebiyat, sanat ve müzikle “evrensel” bir barış diline dönüştü. Barışın kamusal bir nizam müessesi olduğu hususunu kanıksandı ve yeni barış seçenekleri inşa edildi.
Dolayısıyla devletle kamusal alan arasındaki ince çizginin toplumlar açısından anlaşılır bir evreye evrilmesini beraberinde getirdi, devlet Batı’da yer yer nispeten geriledi ve yeni özgürlük alanları açıldı. Dünyada durum böyleyken, Ortadoğu’daki savaş karşıtlığı özünde Batı karşıtlığı üzerinde bina edilmiş ideolojik çelişkilerin yankılanmalarıyla sınırlı kaldı ve içerdeki çatışmalar durmadan devam etti. Bu yaklaşım dünya barışına katkılar sağlamadığı gibi yüz yılı aşkındır devam eden sembol savaşlarının yıkıcı mirasının odağı haline geldi (iç-savaşlar ve soykırımlar) ve böylece savaşla barış arasındaki kritik mesafe daha karmaşık hale geldi. Çünkü savaş karşıtlığı gibi gelen durum ilkeli bir beyandan ziyade, ulus devlet eksende yoğunlaşmış ideolojik çelişkiler mealinde vuku buldu. Soğuk Savaş boyunca dünyanın birçok yerinde kanlı savaşlar yaşandı ve bazıları halen devam etmektedir, ama bunların hiç biri 3. Dünya Savaşını tetikleyecek nitelikte değildir. Onun için Birleşik Devletler’in İran’a karşı son saldırısı her ne kadar bazı güçlü analistler tarafından üçüncü dünya savaşının ilk adımı olarak yorumlansa da, bu öngörüler konvansiyonel bir savaş tipolojisinin içini dolduracak özellikte değildir. İran’ın en önemli askeri sembollerinden birinin öldürülmesi Ortadoğu’da farklı bir sürecin başladığının işaret fişeği anlamına gelse de, mevcut veriler karşılıklı restleşmelerin klasik anlamda bir savaşa dönüşmeyeceğini gösteriyor.
Dolayısıyla ABD ve İran arasındaki savaşın bir sonraki evresi yine semboller üzerinde yoğunlaşmış biçimde cereyan edecektir.