Sabırsızlık zamanının çocuklarından kırılgan bir tarihin Serhıldan’a dönüşen yürekli kızlarından Sema Yüce.
Seregol’de doğan yıldız gülüşlü, saçları ülkemin mis kokulu çiçeklerini toplayan sevgili. Berçeman’a doğru koşan Zîlan’ın hiç büyümeyen çocuğu. Zîlan’dan bu yana kanayan gül…Ülkemin omuz omuza vermiş dağları arasında bir çiçekti Sema Yüce.
Tanrı günleri ve geceleri yaratırken, büyük; fakat küçük bir dünyanın hiç bilinmeyen bir tarafında küçük bir kız çocuğuna şaşırırmış. Ne de olsa bir tanrıçaya dönüşebilir. Özgürlük ve aşk tanrıçası. Tam da düşleri olmayan bir halkın kararmış dünyasına yeni bir hülya. Sema bir düş tanrıçası. Düşlerinin peşinden yürüyen isyan topuklu bir soluk. O soluk nasıl da okşamıştır saçları yıldız kokan kızların gururunu. Baştan başa aşk ve tepeden tırnağa inanç.
Rüzgarın saçlarını taradığı Seregol’de doğan o küçücük kız ve gün geldi ‘çıplak ayaklı’ generallerin direngen yüreklerine katıldı. Yüreği uyutulan, umutları asit kuyularına atılan, hep hırpalanmış, çok incinmiş bir halkın kelebek dönencesindeki yolculuğuna katıldı.
Kurulmuş, kurulanmış Zîlan’ın yankısındaki çekim gücünü de üstlenen bir omuz oldu. Kadının özgürlük öğretisinin tohumu oldu. Özgürlüğün ressamı, bir resim çizerken Sema o resmin alev alev, yalım yalım tonu, nefes kesen Leyla Qasım’ıydı.
Mücadeleye yabancı olmayan ailesi ona Leyla Qasım diyordu. Ağrı’nın Tutak ilçesine bağlı Aşağı Kargalık (Qerxeliq) köyünde dünyaya gelen Sema Yüce, ilkokulu kendi köyünde, ortaokul ve liseyi de Dutax ve Agirî’de tamamladı. Her Kürt çocuğunun okulda yaşadığı tramvayı elbet de Sema da yaşadı. Şair Ece Ayhan’ın Meçhul Öğrenci Anıtı şiirinde dediği gibi;
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
bir teneffüs daha yaşasaydı
tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine! dir.
Annesinin “sıradan bir çocuk değildi” dediği Sema, daha çocukken Kürt gerçekliğinin tüm çelişkilerini hissedecek ve her fırsatta dedesinden Kürt isyanlarını ve yakın tarihteki Kürt katliamlarını öğrenmeye çalışacaktı ısrarla. Sorgulamanın yanı sıra paylaşım, mücadele ve emek özneleriyle şekillenen kişiliği, köydeki arkadaşları ve ailesi tarafından fark edilmeyecek gibi değildir. Her yaz döndüğü köyünde at binip dağları baştan başa dolaşmayı ve bir Kanî başında dinlenip oluk oluk su içmeyi adeta kutsal bir ibadete dönüştüren Sema, doğanın bir parçası olduğunu söyleyip o mutlulukla uzandığı yeşil tarlalarda gökyüzünün maviliklerini kucaklardı.
Üniversite yılları Sema Yüce’nin deyimiyle “kapitalizmi, sömürgeciliği tanıma, kabul ve red yılları”dır. Kolay kolay elde edilemeyen bir üniversite ve bölümde okumak onu birçok yönden düşündürür. Ailesi elbette Sema’nın bu pozisyonundan gurur duyar. Her ailede olduğu gibi onlar da kendi çocuklarından gururla bahseder ve ister istemez beklenti içinde olur. Fakat; Sema o sahte renklerle örülmüş yaşama alışmaz ve Hozan Serhat’ın helbestinde ölümsüzleştirdiği gibi Ararat’ın isyan kızı, özgürlüğün yıldızı olur.
Her mücadelenin bir başlangıç bir de şahlanış dönemi vardır. 1990’lı yıllar Kürtlerin mücadelesinin doruk yıllarıydı. Bir o kadar da ihanetin, esaretin, günlük yaşama yerleşip sıradanlaştığı dönemlerdi.
Sema ve bir grup arkadaşı 1992’nin bir sonbaharında Kasımpatı ve Saraypatı çiçeklerinin renklerini sunduğu bir dönemde esir alınır. 6 yıl sürecek olan bu zorlu esaret süreci, özgürlüğün yıldızının şafkını söndürmeye yetmeyecektir. Özgürlüğe sevdalı deli bir yürek olan Sema, ne parmaklıklara sığacak ne de beton duvarlara teslim olacaktır. Nevşehir, Çanakkale hattı tabii ki bir şehirlerarası yolculuk değildir. Bu iki şehirdeki cezaevleri Sema’nın özgürlük tutkusunu törpüleyemeyecektir. Tanrıçaların dalgalarında yıkandığı Marmara’daki bu cezaevinde, 21 Mart 1998’de yükselen alevler yeni bir tanrıçayı işaret edecektir.
Ayle gûlê gûla mine,
şîrîna ber dilê mine,
gûlê nadim malê dinê,
ez ser gûlê têm kûştinê
Üç ay süren tedavi sürecinde Mihemed Şêxo’nun bu helbesti sanki onun yanan narin bedenine bir merhem olur. Dönüp dönüp annesinden bu helbesti söylemesini istemesi başka nasıl yorumlanabilir?
Zordest dibê ez gûl nadim
ezê zend û benda badim
‘Çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderen’ bütün herkes bilir ki hiçbir zorba güç inançlı bir beden karşısında direnemez.