Tecride kaldırılması talebiyle HDP eski Milletvekili Selma Irmak 30 gündür açlık grevinde. Tecridin birlikte mücadele edilerek kırılabileceğini belirten Irmak, “Bugün iradesi, varlığı, zulüm ve tecrit altındaki bir halkın zor günüdür. Bugün her dostumuzu, yoldaşımızı, kardeşimizi yanımızda, omuz başımızda görmek istiyoruz. Bugün değilse ne zaman?” diyerek dayanışma çağrısı yaptı.
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Leyla Güven’in başlattığı süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi 98’inci gününde. Güven’in öncülük ettiği bu eyleme Hewlêr, Strasburg, Galler gibi kentlerin yanı sıra cezaevlerinde de sayıları 300’e yaklaşan tutuklu dahil oldu.
O isimlerden biri de Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili iken parti vekillerine yönelik operasyonda gözaltına alınarak tutuklanan Selma Irmak. Irmak’ın Kandıra 1 Nolu Cezaevi’nde Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel ile birlikte başladığı eylem 30 güne ulaştı.
Eylemdeki Irmak, İmralı’da uygulanan tecrit, süren açlık grevleri ve yerel seçimlere dair Mezopotamya Ajansı’ndan Yasin Kobulan’ın sorularını yanıtladı.
30 gündür açlık grevindesiniz, bu bağlamda öncelikli olarak sağlık durumunuz hakkında bilgi verir misiniz?
Herkesi sevgiyle saygıyla selamlıyorum. Bugün DBP Eşbaşkanı Sebahat Tuncel ile 15 Ocak’ta başladığımız süresiz dönüşümsüz açlık grevimizin 30’uncu günündeyiz. Sağlık durumumuz iyi. Moral ve motivasyonumuz oldukça yüksek. Mutlaka başaracağımıza olan inançla, eylemimizi büyük bir kararlılıkla sürdürüyoruz.
Bir kentin vekili iken 2 yıl kadar önce tutuklandınız. O zamandan bu yana cezaevindesiniz. Şimdi de açlık grevindesiniz. Eylemdeki bir gününüzü anlatır mısınız?
Sevgili Leyla Güven’in Diyarbakır Cezaevi’nde eylem kararını açıkladığı andan itibaren bizler de Kandıra Cezaevi’nde kendimizi bu güçlü, kararlı eylemin bir parçası olarak gördük. 10’ar günlük dönüşümlü ve süresiz bir şekilde sürece dahil olduk. Açlık grevleriyle yaşam rutinimiz grevdeki arkadaşlara endekslendi. Günlük tuz, şeker, sıvı ihtiyaçlarını karşılamak, sağlık durumlarını takip etmek öncelikli işimiz oldu. Cezaevinde bu tür eylemsellik süreçleri kaygı ve endişe ile beraber şenlikli dönemlerdir. Herkeste farklı bir heyecan ve coşku oluşur. Eylemci arkadaşlara ilgi, alaka en üst düzeydedir. Örneğin koğuşta kaç kişi varsa, herkes her sabah ve gün içerisinde sık sık “Heval nasılsın, kendini nasıl hissediyorsun?” sorusunu sorar ve sonra kendisi yanıtlar; “Bugün iyi görünüyorsun.” Cezaevi idaresinin sağlık personeli sağlık kontrolüne geldiğinde herkes merakla toplanır, tansiyon ölçümü büyük bir dikkatle beklenir, sonra yorumlar yapılır; “Çok düşük çıktı…”, “Yok yok iyidir, Ma normaldir heval, kaç gün oldu?” Bizim rutinimiz de böyle devam ediyor.
Burası F Tipi olduğu için en fazla 3 kişi kalabiliyoruz. Nurhayat Altun ve Gülser Yıldırım arkadaşlarla kalıyorum. Benim refakatçim Nurhayat arkadaş. Büyük titizlik ve disiplinle işini yapıyor. Her şeyi saatinde ve önerilen miktarda veriyor. Onun sözünün dışına çıkmak ya da getirdiği içeceği -ki bu karbonatlı su da olabilir, bunu içen bilir- içmemek, reddetmek için cesur yürek olmak gerekir. Şaka bir yana; büyük hassasiyet ve sevgiyle hazırladığı her şey tabi ki güç ve enerji oluyor. Açlık grevlerinde insana güç veren en önemli etken elbette ki iradi güçtür. Ama bunun kadar önemli bir etken de yanı başımızdaki arkadaşların güçlü desteği, sevgisi ve eylem ruhunu paylaşmasıdır.
8 Kasım’da Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde süresiz dönüşümsüz açlık grevi başlatan DTK Eş Başkanı Leyla Güven’in eylemi 15 Şubat tarihinde 100’üncü gününe girecek. Onun ardından birçok kişi tarafından bu süreç büyütülse de bir çıkış noktası olması bakımından Güven’in eylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sevgili Leyla Güven’in eylemi toplumsal bir talebin dile getirilmesidir. Toplumun barış, adalet talebinin demokratik ve siyasal çözüme, müzakerelere geri dönülmesi isteminin en yüksek kararlılıkla haykırmasıdır. Bu ülke gerçekliğinde Kürt sorununun çözümünde, keza Türkiye’nin demokratikleşmesinde Sayın Öcalan’ın inkar edilemez kilit rolüne vurgu yapmasıdır. Leyla Güven, Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecritle birlikte halka uygulanan zulüm politikaları ve Kürt siyaseti, muhalif kesimler baskılarla nefes alamaz hale getirilmiştir. Bu süreçte hukuksuzluk adeta bir hukuk normu haline getirme politikasına dur demek istemiştir.
Güven, bu çağrının, çığlığın toplumsal bir karşılık bulması ve harekete geçirilmesi için kendi bedenini ortaya koyarak bir süreç başlatmak istemiştir. Leyla’nın eylemi aynı zamanda Kürt siyasetine de güçlü bir eleştiridir. Sayın Öcalan’ın tecrit edilmesiyle Kürt halkı ile birlikte aslında tüm Türkiye toplumu bir baskı cenderesine alınmıştır. Hukuksuzluk ve faşizan uygulamalar, şiddet en üst perdeye ulaşmıştır. Ancak ne yazık ki siyasetimiz, her gün daha da pervazsızlaşarak yürütülen politikalara karşı toplumsal mücadeleyi örgütlemede zayıf kalmıştır. Harekete geçmede zaman kaybedilmiştir. Bu süreçte hem Kürt siyaseti, hem muhalif siyaset adeta izole edilmiştir. Siyaset arenasında ısrarla kriminal bir algının içine alınmış ve göz açtırmamıştır. Ancak buna karşı çözüm üretmede, politika üretmede yetersiz kalınmıştır. Leyla, bıçağın kemiğe değdiği yerde “Êdî bese” demiştir. Bu mesaj herkese, hepimizedir.
Güven ile başlayan ve cezaevlerine yayılan açlık grevleri Türkiye’nin özellikle de Kürt siyasetinin bakımında yabancısı olmadığı bir eylem biçimi. Sizce açlık grevleri Kürtler açısından önemli bir mücadele aracına mı dönüştü?
Kürtlerin yaşamında cezaevleri önemli bir yer tutar adeta ikinci adrestir. Bu yüzden Kürtler cezaevlerinde pek yabancılık çekmez. Çünkü dost, arkadaş, akraba, yoldaş… tanıdığı herkes oradadır. Hatta biz cezaevinde kalanların önemli bir sözü var; ‘Mücadele eden her fani Kürt cezaevini tadacaktır.’
Devlet için ise cezaevleri teslim alma, diz çöktürme, asimile, iğdiş etme yerleri olarak değerlendirilmiştir. Tutuklanan kişiyi baskı, şiddet, hak gasplarıyla insani ihtiyaçlardan yoksun bırakarak, aklınca terbiye etme ve etkisiz kılma yoluna gitmiştir. Tüm bunların karşısında Kürtlerin de bir cezaevi geleneği oluşmuştur. Teslim olmanın, diz çökmenin sonunun olmadığı, bu durumun kişiyi kimliksiz, iradesiz bir kabuk insan haline geleceği iyi bilinir. Cezaevleri tüm baskı ve teslim almaya karşı direniş cephesidir. Ne pahasına olursa olsun cezaevindekiler, destek ve dayanışma içerisinde olur, içerinin sesini dışarıya taşırlar. Kürtler için çoğu zaman yükseltilmiş beton duvarlar, dikenli teller pek bir işe yaramaz. Toplumsal olaylara, ülke sorunlarına, haksızlıklara, adaletsizliğe karşı demokrasi mücadelesi ve ahlaki, vicdani değerler adına içeriden dışarıya direniş akar. Bazen dışarının suskunluğu, sinmişliği içeriden yükselen bir çığlıkla dağıtılır.
Örneğin 12 Eylül 2012 tarihinde cezaevlerinde başlayan ve 68 gün süren açlık grevi de, tıkanan sürecinin açılmasına, müzakere sürecinin başlamasına ve tüm Türkiye toplumun özlem duyduğu barış ikliminin doğmasına, çatışmalı sürecin durdurulmasına vesile oldu. 8 Kasım’da Leyla Güven’in öncülüğünde başlayan ve 3 ayı geride bırakan mevcut açlık grevi de yine toplumsal bir talep olarak ortaya çıkmıştır. Çözüm yolunun direnişten geçtiğine işaret ederek, siyasi krize, kaosa çözüm olmayı amaçlamaktadır. Cezaevleri geçmişte olduğu gibi bugün de tarihi rol ve misyonunu yerine getirmektedir. Geçmişte olduğu gibi bugünde başaracaktır.
Türkiye ve bölgede tüm engellemelere rağmen açlık grevlerine destek ve tecrit karşıtı eylemler yapılıyor. Siz bu eylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sevgili Leyla Güven kararlı duruşuyla siyasi krize çözüm olma adına ilk adımı attı. Sayın Öcalan’ın sıradan bir insan olmadığını, bir halkı temsil ettiğini, güçlü bir toplumsal karşılığının olduğunun altını çizdi. 2013’ten 2015’e kadar ki müzakere süreci de gösterdi ki toplumsal barışın, demokratik çözümün yegane yolu Sayın Öcalan ile diyalogdan geçiyor. O nedenle Sayın Öcalan üzerindeki tecride son verilmesi toplumsal bir talep olarak karşılık bulmuştur. Açlık grevinin Amed zindanından Strasbourg’a, Galler’den Hewler’e, Maxmur’a ve Türkiye’de ki tüm cezaevlerine yayılması bu talebin toplumsal boyutunu gösterir. Dünya gündemine girmesi, dünyaca tanınan, bilinen duyarlı aydın, demokrat, düşünür, sivil toplum örgütleri, dünyanın farklı yerlerindeki kadın kurumları, devrimci, sol-sosyalist kadınlar tarafından destek bulması ise talebimizin haklılığını ortaya koymaktadır. Faşizmin bu denli pervazsızlaştığı bir süreçte daha güçlü destek ve toplumsal muhalefet elzemdir. Grev üç ayını geride bıraktı. Her an istemediğimiz bir durumla, can kaybıyla karşı karşıya kalabiliriz. Oysa, başarabilmenin koşulları her zamankinden fazladır. Mevcut iktidar kafasını kuma gömerek, görmezden, duymazdan gelmeyi tercih ediyor. Hükümet yetkilileri sorumsuz açıklamalarla toplumu daha tahrik ve rencide ediyor. Toplumun üzerindeki bu korku cenderesi mutlaka kırılmalıdır. Hiç kimse “Ben ne yapabilirim ki?” dememeli, değiştirebilme gücüne inanmalıdır. Unutmamalıdır ki; toplumun gücü, bu grevin öncüsü olan kadınların gücü faşizmden büyüktür. Bu gidişe dur demek için güçlü bir ışık yakılmıştır. Karanlığa doğru değil, ışığa doğru yürünmelidir. Faşizmin büyüttüğü ve korku nesnesi yaptığı şey ışığa arkasını dönüp, karanlıkta kalanların gördüğü gölgedir. Yani korkulan şey aslında bir gölgeden ibarettir ve ömrü bir mum ışığına bakar. Herkes ama herkes yarın çok geç olmadan bugün karanlığa karşı ve karanlığa inat bir mum yakmalıdır. Eli, kolu bağlı çaresiz oturmak tüm bu sorunların müsebbibi, iktidarın bir adım atmasını beklemek büyük bir yanılgıdır. Hükümete adım attıracak olan toplumun güçlü desteği, eylemi sahiplenmesi ve harekete geçmesidir.
Talebinizin tüm topluma ait olduğunu vurguladınız. Sizin talebinizi sahiplenen ve karşılanması için mücadele eden siyasi parti ve kamuoyuna ne gibi önerileriniz var ?
Cezaevlerinde yüzü aşkın tutuklu ve hükümlünün tek talebi Sayın Öcalan üzerindeki tecridin tümden kaldırılmasıdır. Sayın Öcalan 20 yıldır tek başına tecritte tutulmaktadır. Defalardır uygulanan uzun süreli ve hukuksuz ağırlaştırılan tecrit süreçlerine karşı tepkiler geliştirilmiş, Kürt halkı tavır koymuş ve tecrit nispeten kaldırılmıştır. Ancak artık o zalimane uygulamaya son verilmelidir. Halkımızın/halklarımızın ortak geleceği, birlikteliği için çözüm süreci başlatılmalı ve Sayın Öcalan serbest bırakılmalıdır. Güney Afrika’da Apartheid rejimi 27 yıl tutuklu kalan Nelson Mandela ile en nihayetinde bir masa etrafında bir araya gelmiş ve binlerce can kaybına, tarifsiz acılara neden olan uygulamalara son verilmiştir.
Leyla Güven eyleminde üç ayı geride bıraktı. Haklı bir taleple açlık grevinde olan bir milletvekillinin hayatı şu andan itibaren risk altındadır. Oysa, uluslararası insan hakları örgütleri hala harekete geçmiş değil. CPT, Uluslararası İşkenceyi İzleme Komitesi sanki adı üstünde işkenceyi izleme pozisyonundadır. CPT gibi kurumlar evrensel hukuk ve insan hakları normlarına ve etik kurallarına göre hareket etmek zorundadır. Aksi tutumlar varlık sebeplerini ve güvenirliklerini sorgulatır. Şu ana kadar bu denli yoğun bir eylemselliğe ve talebe rağmen CPT’nin hala İmralı Adası’na gitmemesi siyasal erkin etkisinde olduğuna işaret eder.
CPT’nin bu kadar duyarsız ve siyasetin isteğine göre hareket ediyormuş görüntüsü vermesinin kabul edilemez olduğu kamuoyunda güçlü bir şekilde dile getirilmeli, göreve çağrılmalıdır. Siyaset kurumlarımız, insan hakları örgütleri açlık grevi eylemini uluslararası boyuta daha fazla taşımalı ve görünür kılmalıdır. Türkiye’de sol ve sosyalist çevrelerin, dostların, kadın kurumlarının desteği çok önemlidir. Bütün toplumun üzerindeki tecrit ancak birlikte hareket edilerek kırılabilir. Kaygılı, “Amalı’, “Fakatlı” duruşlar, siyasal cepheden bakan yaklaşımla, zamansız eleştiriler hepimize kaybettirecektir. Bugün kadınların öncülüğünde başlayan bir direniş süreci var. Ve iradesi, varlığı zulüm ve tecrit altındaki bir halkın zor günüdür. Bugün her dostumuzu, yoldaşımızı, kardeşimizi yanımızda, omuz başımızda görmek istiyoruz. Bugün değilse ne zaman? Açlık grevi direnişinin en büyük destekçileri, dinamik gücü hiç kuşkusuz kadınlardır, gençlerdir. Kadınların, gençlerin desteklediği, sahiplendiği bir süreç mutlaka başarıya ulaşacaktır.
PKK Lideri Abdullah Öcalan, 12 Ocak’ta kardeşi Mehmet Öcalan ile görüştürüldü. Siz bu görüşmeyi nasıl yorumluyorsunuz.
12 Ocak 2019 tarihinde, açlık grevi ikinci ayını geride bırakmışken Adalet Bakanlığı’nın girişimiyle Sayın Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan’la üç yıldan sonra yarım saatlik bir aile görüşü yapması önemlidir. Sayın Öcalan’ın sağlık durumu hakkında bilgi almak için bile olsa görüşme değerlidir. Bu gelişmeyi de açlık grevinin başarısı olarak değerlendirmek gerekir. Ancak mevcut iktidarın bu tutumunu bir çözüm olarak görmek mümkün değildir. Bir seferlik, yarım saatlik aile görüşü açlık grevi talebini karşılamaktan uzaktır. Hükümet bununla açlık grevinin sonlanacağını düşünmüş olsa gerek. Oysa talep nettir. Buradan tekrardan çağrımızı yeniliyoruz; telafisi mümkün olmayan durumlarla karşılaşmadan, bir can kaybı yaşanmadan eylemin son bulması için Sayın Öcalan’ın üzerindeki tecrit derhal kaldırılmalıdır. Türkiye’yi düze çıkaracak, kutuplaşmayı ve ayrışmayı daha fazla derinleşmeden ortadan kaldıracak tek akılcı çözüm yolu budur. Gerici, aldatıcı çözümler ancak sorunu daha fazla derinleştirir ve çıkmaza sürükler.
Açlık grevlerinin yanı sıra Türkiye’nin bir diğer gündemi de 31 Mart tarihinde yapılacak yerel seçimler. Tutuklu bir siyasetçi olarak seçimlere ilişkin ne söylemek istersiniz?
Yerel seçimler her zaman için çok önemli bir yer tutar. Çünkü insanların yaşamına dokunan, birebir yaşadığı yere ilişkin neredeyse kişisel durumdur. İktidarlar çeşmenin başını tutan pozisyonuyla yerel seçimleri vaatler ve şantaj arasında gidip gelerek kazanmak ister. Bugün AKP-MHP’nin yerel seçimlere ilişkin söylem ve politikalarına şöyle bir bakarsak bu durumu net olarak görebiliriz. AKP hükümetinin halkın bu kadar teveccühüne ve yapılan onca hile-hurdaya rağmen kredisini tükettiği bir sürece girdiğini söyleyebiliriz. Bu kredi hoyratça, ülke geleceği, halkın refahı ve huzuru değil, kişisel istikbal, rant ve yandaş besleme amacıyla kullanıldı. İşte bu yerel seçimler kanımca hesap günü olacak.
AKP-MHP’nin avaz avaz dile getirdiği “Beka sorunu” işte bu hesap vermenin sorunudur. Tutundukları zemin ayaklarının altından kayıyor. Bunu hissettikleri için “beka sorunu” diye bağırıyorlar. Bu seçimde en başta kadınlar, her gün işlenen cinayetlerinin ve üstünü örten erkek yargının, kadınların katiline ferman düzen dini kurumların, eğitim kurumlarının, medya, sanat, politik söylemlerle bir bütün olarak yürütülen cinayet işleme mekanizmalarının hesabını çok güçlü soracaktır. Tutuklanan belediye eşbaşkanlarının, kayyum atamalarının, kapatılan kadın kurumlarının hesabını soracaktır. Kadını eve hapseden, tek kariyerin annelik olduğuna hükmeden, kadın bedeni üzerinden toplumu denetleyen, kadın kazanımlarına el uzatan, tacize, tecavüze, istismara göz yuman, hatta istismarı meşru kılacak olan yasal düzenlemeler çıkarmaya çalışan zihniyetle hesaplaşma bu seçimlerde olacaktır. Mağdur edilen, hayatı karartılan, ailesiyle birlikte cezalandırılan KHK mağdurlarının ahı bu sandıklarda çıkacaktır. HDP’nin halkın oyuna başvurarak aday belirlemesi olumludur. Kadın aday sayısı en yüksek olan parti olarak bir kez daha kadın partisi olduğunu ispatlamıştır. Tüm halkımızı/halklarımızı HDP adayları etrafında kenetlenmeye çağırıyorum. Süreç kendiliğinden değişmez. Ancak, AKP-MHP’nin geriletilmesiyle değiştirilebilir. Kürt düşmanlığı, Kürt karşıtlığı üzerine kurulan ittifakların başarılı olduğu bugüne kadar görülmemiştir. Bugünde bu ittifak başaramayacaktır. İYİ Parti genel başkanı da gerçek yüzünü nihayet ortaya çıkarmış, Ahlat’ta ev tutma gibi Osmanlı oyunlarının ancak köprüye geçene kadar sürdürüleceğini erkenden göstermiştir. Halkımızın AKP-MHP ittifakını da, İP’nin sicili kabarık genel başkanını da sandıklara gömmelidir.
Son olarak vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Son olarak şunu belirtmek isterim, açlık grevi süreci demokratik boyuta evriltmek, çözüme ve çatışmasızlığa giden yola işaret etmek için önemli bir tutumdur. Ancak tek başına açlık grevi ile özlediğimiz bahara kavuşamayız. Çağrım Barış Meclisi’nedir. Toplanmalı ve en karanlık, umutsuz zamanda çözümün gerçek koşullarının oluştuğunu göstermelidir. Çatışmalı bölgelerde çözüm ve müzakere yöntemleri, barış kültürü dünyada artık bir bilim dalı ve disipline dönüşmüştür. Ulusal ve uluslararası bu yönlü çalışan kurumları Barış Meclisi harekete geçirmelidir.
İkinci çağrım Akil İnsanlar Komisyonu’nadır. Çatışmayı durdurmak, demokratik çözüme, müzakereye çağırmak, müzakerenin koşullarını hazırlamak için hükümetlerin talebine, çağrısına gerek yoktur. İnisiyatif geliştirmek, toplumsal sorumluluk almak için daha fazla zaman kaybedilmemelidir. Birbirinden değerli, toplumsal karşılığı olan Akil İnsanları bu toplumun vicdanı olarak addettik. O zaman vicdanın harekete geçme zamanıdır. Durarak değil, yürüyerek yol alabiliriz ancak.
Üçüncü ve en büyük çağrım kadınlaradır. Dünyanın birçok yerinde müzakerelerin durduğu, çatışmanın çok daha kanlı başladığı yerde bile Kadın Müzakere Grupları çok önemli başarılar elde etmiş, süreçlerin yeniden başlamasını sağlamıştır. Kadınlar gücünü küçümsememeli sürecin ancak kadın öncülüğünde değişebileceğine inanmalıdır. Leyla örnektir; görebilen herkes için ilham kaynağıdır. İçeriyi ve dışarıyı birleştirmek önemlidir. Barış İçin Kadın Girişimi gibi çalışmaların tam zamanıdır. Kürt Kadın Hareketi, Türkiye feminist kurumları, gruplar, dünyada bu greve destek veren tüm kadın kurumları, kişiler ortak bir eylem programı çerçevesinde harekete geçmeli ve süreci görkemli bir kampanyaya dönüştürebilmelidir. Kadınların, emekçilerin, kimliklerin, inançların, halkların üzerindeki erkek şiddetine son vermek ancak böylesine böylesi bir güç birliğiyle mümkün olabilir.
Son olarak sevgili Leyla Güven’in şahsında tüm kadınlara şair Furuğ Ferruhzad’an bir dize armağan ederek sözlerime son veriyorum: “Ellerimi bahçeye dikiyorum yeşereceğim biliyorum, biliyorum, biliyorum…”