Gelin el birliğiyle taşları yerli yerine koyalım.
Su kendi yolunda (yatağında) yüzyıllardır akıyor(du). Önce ona ait olan yola insanlar koca koca binalar kondurdu. Suyun akıp gittiği yollar beton duvarlarla çevrildi. Yetmedi, suyun bizatihi kendisi boruların-tünellerin içine hapsedildi. Bu yapılanlar nedense felaket olarak görülmedi. Bir de, hep, “su akar yolunu bulur” deriz, ama suyun taşmasına, yani hakkı olan yolunu açmasına “sel felaketi” diyoruz.
Yangınlar elini sele verdi
Yangınlar tam sönmeden, heyelan ve seller Batı Karadeniz’i esir aldı. Öyle yazılıyor, çiziliyor, söyleniyor… Evet, Batı Karadeniz’de oluşan sellerde insanlar yaşamlarını ve mallarını, doğa canlarını kaybetti. Üstelik seller, bu kez öncekilerden daha azmandı. Seller diğer canlılara ait yaşam alanlarıyla birlikte suyun tapulu olan mülküne insanların yaptıkları “gecekonduları”/barınakları yıktı, yok etti. Bunca yıkıma neden olan aslında doğru yönetil(e)meyen iki damla sudan başkası değildi.
İki damla su
Evet, yanlış okumadınız. Seller iki damla sudan çıktı. Çünkü dünyadaki tatlı suyun toplam miktarı 2 damladır. Bunu size bir sürahi örneği ile açıklamaya çalışayım. Bir sürahinin içine üç bardak su dolduralım. Sürahideki su, dünyadaki toplam su kadardır. Sürahimizdeki sudan üç kaşık su ayıralım. Sürahide kalan su, deniz ve okyanuslardaki toplam su kadardır. Ayırdığımız üç kaşık su, dünyadaki toplam tatlı su rezervini gösterir. Bu üç kaşık suyun iki kaşığı buzullarda, bir kaşığı ise yer altındadır. Kaşığı ıslatan yaklaşık iki damla su ise nehirlerde ve göller dedir. Yani tatlı suların %8’i ancak akarsular ve göllerdir. Denizde yaşayan canlılar dışında dünyadaki hayat, bu iki damla su sayesinde sürmektedir. Kıymetlidir.
Suyun döngüsü
Suyun döngüsünü hepimiz biliriz. Hani şu; suyun karadan ve denizden buharlaşarak havaya yükselmesi. Havadaki su buharının, ısı farklılıkları nedeniyle yoğunlaşarak buluta dönüşnesi; yağmur, dolu, kar şeklinde yeryüzüne geri dönmesi hali. Bu olması gereken normal su döngüsü. Ancak doğadaki herhangi bir olumsuz etki, ekosisteme zarar verir. Sonra iklim değişir, canlıların doğal çevreyle ilişkisi düzensizleşir. Yağışlara bağlı yaşam ve yeryüzündeki yerleşim düzeni bozulur. Bazı bölgeler çölleşirken bazı bölgeler sular altında kalır. Sadece insanların değil tüm canlıların düzeni altüst olur. Eğer yeraltı sularını korumaz, ormanlara zarar verirsek, suyun özgür akmasını rant uğruna engellersek, suyun istenmeyen döngüsü başlar. Kuraklık yerini yangına, yangın yerini heyelan ve sellere bırakır.
Su değerlidir
Su yaşamdır. Canlı ve cansız varlıklar için vazgeçilmez varlıktır. Değerlidir. Biliyoruz. Fakat bizim bildiğimiz gibi şirketler de suyun kasalarını şişirmek için gerekli olduğunun farkında. Bu yüzden suyu “varlık” olarak görmez şirketler. Kazançları için “kaynak” olarak görür, onu ele geçirmeye çalışır. Hükümetler de bu konuda şirketlere çanak tutmakla kalmaz, yaşam savunucularının suyu koruması için verdiği demokratik mücadeleyi kolluk kuvvetleri ile engellemeye çalışır. Şirketlerin suya sahip olmaları için ise ön açıcılık yapar. İşte bu durum suyu sistem sorunu haline getirir, doğayı sömürünün merkezine ışınlar. Böylece küresel su ve enerji şirketleri doğadan yaptıkları hırsızlama sonucunda kendilerini tekrar tekrar üreterek olası krizlerini aşar. Fakat sermaye bu süreçte kendi krizini aştığı oranda iklim krizinin derinleşmesine katkı koyar. Burada izninizle şu düzeltmeyi yapmak durumundayım. Küresel iklim değişikliğine insanlığın sebep olduğu yazılıp çizilmekte ve söylenmektedir. Bu doğru değil, küresel iklim değişikliğine sebep olan doymak bilmeyen paragöz kapitalist sermaye ve onun için dizayn edilen sistemdir. İnsanlık, doğa ve tüm canlılar kapitalist sistemin kârlarını katlamak için yarattığı iklim değişikliğinin mağdurudurlar.
Şirketler niye suya saldırır, hükümetler niye şirketlerin önünü açar?
Birincisi su, su ve enerji şirketleri için petrolden daha kârlı bir alandır ve dünya nüfusunun kullandığı suyun ancak %5’i ticarileşmiştir. Görüldüğü üzere özel su piyasası oldukça dardır, ama getirisi çok yüksektir. Dünya genelinde özelleşmiş su şirketlerinin geliri, toplam dünya petrol gelirinin yarısından fazladır. Bu nedenle dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sular damacana ile pet şişelere konur, paraya tahvil edilir. Akarsuların üzerine şirketler tarafından binlerce nehir tipi hidroelektrik santral kurulur. Bu şirketlere hükümetler tarafından ruhsat verilir, imtiyaz tanınır. Şirketler de akarsuların üzerine kurdukları HES’lerle sulara düğüm üstüne düğüm atar. Akarsuları borular veya tünellere hapseder, biraz da bu yüzden iklim değişir, derelerin sabrı taşar. Bütün bunlar olup biterken yönetenler yoksul halka, su üzerine yazılmış masallar anlatır, mütemadiyen ninniler söylerler.
Seller sistem kaynaklıdır
Doğrudur seller can kaybına neden olmuştur. Rakam vermeyeceğim. Can kaybının az veya çok olması suya karşı işlenen suçu/yapılan yanlışı hafifletmez. -Kaldı ki can(lı) kaybı oldukça çok!- Yaşanılan bu felaketlerin nedenleri;
– HES projeleri,
– Orman talanları ve yangınları,
– Taş ocakları ile maden arama projeleri kapsamında patlatılan dinamitler,
– Dere yataklarının beton kanallara alınması,
– Dere yataklarında yapılaşmaya izin verilmesinden kaynaklanır. Bu durumda şunu söyleyebiliriz. Üretilen bütün bu yanlış ve yanlı politikalar hükümetler ile şirket işbirliğinin ürünüdür. Burada şunu söylemek mümkün. Doğayı cinayet işlemeye azmettiren hükümetlerin şirketler çıkarına uyguladıkları politikalardır.
Özer S. Özgüç’e göre, Bozkurt (Kastamonu) Ezine Çayı selinin afete dönüşme nedeni şöyle:
“-Taşkınovası yatak genişliği=400m
-Daraltılmış güncel yatak genişliği=15m
-Su tırmanma yüksekliği=7-10m
400m genişlikteki yatağı 15m genişliğindeki yatağa hapsedersek, su da 7-10 m yükselir, sonuç afet olur.” Bu veriler bize suyla savaşı değil barışı öğütlerken Bozkurt’un harab olma nedenini yönetenler; “metrekareye düşen 300-400 kg yağış”, “aşırı yağış”, “tarihte görülmemiş yağış” gibi sözlerle açıklamaya, inandırmaya çalışmaktadırlar. Peki bugüne kadar görülmemiş yağmurun sorumlusu kim? Sorumlular; dere yatağını 400 metreden 15 metreye daraltan ve dere yatağını imara ve yapılaşmaya açan yönetenler ve yetkililerdir. Bu sebepten dolayı yaşadığımız doğal afet değildir, yönetenler ve yetkililer eliyle işlenmiş cinayettir!
Doğru örnek
Çağlar Tekin:
“Edirne’nin Uzunköprü ilçesine ismini veren mimar Muslihiddin’in yaptığı köprü, Ergene Nehri’nin olağan genişliği 30 metre olduğu halde 1392 metre olarak yapıldığını” belirtmektedir. Doğru budur.
Ya yetkililerin açıklamaları?
HES kaynaklı taşma sistemin/sermayenin bir başka boyutuna işaret eder. Sele sebebiyet verenlerin (yöneten ve şirketlerin) devlet tarafından araştırılarak sorumlu tutulmaları gerekirken, Bakan Pakdemirli, “HES’ler de mağdur” demekle sadece enerji şirketlerini savunmuş olmuyor, HES yapım kararı veren hükümeti, ruhsat ve uygunluk verenleri, bu açıklamasıyla aklıyor. Başka bir açıdan baktığınızda; rant afetinin sorumlusunun hükümet olduğunu işaret ediyor. Çünkü HES ruhsatlarını şirketlere veren hükümetlerdir. Bir başka açıklamada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan: “Yaşanan sel ve heyelan felaketleri bunlar bizim için bir imtihandır” diyerek rant afetini Allah’a havale etmesi, yapılan yanlışların üzerine şal germe çabasıdır.
Biliyorum bu yazıda çok uzun oldu. Affola. Sözü Greta bağlasın. GRETA THUNBERG İklim Raporu üzerine şunları söylüyor: “Bu rapor bize ne yapacağımızı söylemiyor. Bunu yapmak zorundasın ve sonra bunu yapmak zorundasın demiyor. Bize bu tür çözümler sunmuyor veya bunu yapmanız gerektiğini söylemiyor.” (bianet. org 10 Ağustos 2021)
Sözün özü; yaşanılanlar doğal afet değil cinayettir! Çözüm: İki damla su ile barışmaktır!