Bir başına ölüme gitmek çok kötü, insan son anında söyleyeceklerini duyacak biri bulunsun ister yanında. Sadece korku değil, başka bir şey bu. Solgun, zayıf, küçük bir kadın, her felaketten haberi varmış gibi konuşuyor. Son yıllardaki akla ziyan değişimin öğrettikleri belki de. Dolu bir küllük, masada soğumuş çay bardakları. Her şeyin çok tuhaf olduğunu söyledikten sonra susuyor. Üstümüze çöken duvar gibi bir suskunluk. Yine de dışarıda tek başına kalmaktan çok daha iyi bu. Vaktin nasıl geçtiğini, ne kadar beklediğimizi hatırlamıyoruz. O kadar yorgunuz ki. Başkalarıyla sayısız kez konuşulmuş şeyleri yinelemekten belki de. Oturduğumuz yerde yıpranmış düşlere dalarken uyuyakalabiliriz. Gözlerimiz kapandı kapanacak. Sonunda kapı açıldı ve bir gölge içeri süzüldü. Kirli, tıraşsız ve zayıflamış bir yüz. Toprak rengi pantolonu, daha koyu renkli gömleği bir başkasınınmış gibi üstünden sarkıyor. Avurtları çökmüş, burnu zayıflamış ve uzamış gibi. Hâlbuki nasıl güzel ve zarifti bu eski tanıdık yüz. Şaşkın bakışlarımıza gülüyor ve gülümsemesi onu yeniden o bildik göz alıcı adam yapıyor.
Ayıp ve çok yanlış. Ama hep kimsesiz kalmış çocuklar gibi görünüyorlar. Beklemek! Her zaman ona eşlik eden can sıkıntısı. Bazen yaşadığınız anı önceden duymuş, bir yerlerden okumuş gibi hissedersiniz. Daha önce yazılmamış, anlatılmamışsa sanki o an yaşananları anlamanız olanaksızmış gibi gelir. Sonunda can sıkıntısı, o kaçınılmaz istila. Fakat adamın gülümsemesi her zaman çok ilginç. Her şeyi kavrayan yumuşak ve kurnaz bir ışıltı. “Hareketsiz ve öylece durmak, ama yine de hep başka bir şeyi beklemekten oluşur” demişti çok eskiden. Savaş bundan başka bir şey değildi ona göre. Olabilir. Ama bu bekleyiş sırasında insanın sıkılmadığını söylemeyi unutmuştu. Oturup izlediğiniz bir şey değildir. Sahnedesiniz; yürüseniz de, bekleseniz de, otursanız da sussanız da. Böyledir. Sokakta yürürken kör bir kurşun gelip bulabilir, beklerken bulunduğunuz yer göçebilir, uzanırken evin çatısına bir havan düşebilir, susarken bahçeniz tutuşabilir. Tetikte beklersiniz, dikkat kesilirsiniz. Buna mecbursunuz. Bu cesaret ve alçaklık atmosferinde can sıkıntısına yer yoktur. Şimdinin can sıkıntısı, bir zamanlar böyle bir atmosferde tedirginlik diye sokulur; sükunet, kızara bozara belirir, çekingen ve ürkek adımlarla korkarak gelir kurulurdu.
Bir sahiplik duygusu uyandırıyorlar, oturdukları sandalyeler onlardan daha yorgun ve bitkin görünüyor, onlar konuştukça inleyen bir gıcırdama. Sözler zeki, kurnaz, akıllı ve içten. Yine de kentin incelmiş tuzaklarından habersiz, beşer yüzsüzlüğüne yabancı. Bir gecikmişlik hali. Yine de saf ve inanmış, yoksul ve cömert eski kayıp kuşakların iyi ve güzel ışıltısı. Çoğu zaman aç ve uykusuz, yalınayak, yalınyürek ve yalın tebessüm. Bakarken ve dinlerken hep o bildik acınası hikaye: Ortaçağ’da bir dönemde adı kayıtlı olmayan bir paralı asker Siena kentini yabancı bir saldırgandan kurtardı. Siena vatandaşları onu nasıl ödüllendirebilirdi? Hiçbir şan ve şeref, altın ya da para kentin özgürlüğünün değeriyle kıyaslanamazdı. Şehrin vatandaşları bu yiğit askeri şehrin lordu yapmayı istediler, fakat bunun bile yeterli olmadığını düşündüler. Sonunda bir tanesi mecliste bu konuyu tartışmaya açtı, “Onu öldürüp koruyucu azizimiz olarak ona ibadet etmemize izin verin” dedi ve böyle yaptılar.
Asılmış azizler, yakılmış azizeler, diri diri gömülmüş ermişler, çarmıha gerilmiş peygamberler… Kadın dışarıya bakıyor. Uzayan bir suskunluk. Günlerin soluksuz bir aceleyle geçip gittiği açık pencereden bakarken gördüğü bütün pencereler birbirine benziyor. Adamın dudaklarında yine aynı ilginç gülümseme. Baktıkları yerde asla olağandışı bir şey olmaz, her şey önceden öngörülmüş, planlanmıştır. Aşağıda kaynaşan milyonlarca karınca, ama aktif, örgütlü, kişisel yaşamlarında kazançsız gerçek karıncalardan farklı. “Kurtarmaya geldik” dediğinizde sizi öldüren, diri diri yiyen cinsinden. Kendi çıkarlarına bakan, neşesini, eğlencesini, geçimini efendisinden sağlayan. Kadın susuyor, adam defterine bir şeyler karalıyor. Günün son ışığı vuruyor, camda yarısı kadın yarısı erkek, asırlar öncesinden bir kentin topluca önünde diz çöküp dua ettiği kurtarıcının acı ve alay karışımı o hiç eskimeyen yüzü beliriyor.