Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez’in Paris’te katledilmesinin üstünden 10 yıl geçti. Türkiye ve MİT’in rolü itiraf ve belgelerle ortaya çıksa da Fransa ve Türkiye birlikte hareket ederek karartma yaptı. Gazeteci Sara Aktaş, kadınların seferberlik ruhu ile katliamcılardan hesap soracağını söyledi
Selman Çiçek
Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylamez’i ve katliamı gazetemize değerlendiren gazeteci Sara Aktaş, cinsiyetçi moderniteyi temelinden sarsan ve Kürt kadınların uyanışında simge olanların hedef alındığını kaydetti: “Üç devrimci kadının adım adım özgürlüğü işlediği sokaklarda şimdi miraslarını devralan binlerce Kürt kadını mücadeleye devam ediyor.”
PKK kurucularından Sakine Cansız (Sara), Kurdistan Ulusal Kongresi (KNK) Paris Temsilcisi Fidan Doğan (Rojbîn) ve Kürt Gençlik Hareketi üyesi Leyla Şaylemez’in (Ronahî) 9 Ocak 2013 tarihinde Fransa’nın başkenti Paris’te suikastla katledilmelerinin üzerinden 10 yıl geçti. Türkiye’de resmi olarak ilk kez İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşmelerin başlatıldığı bir süreçte gerçekleştirilen katliama dair Türkiye ve MİT’in rolü itiraf ve belgelerle ortaya çıksa da ne Fransa ne de Türkiye’de başlatılan soruşturmada yol alındı.
Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylamez’in katledilmesini gazetemize değerlendiren Aktaş, üç kadın öncünün katledilmesinin hiç tesadüfi olmadığını ve yaşanan sayısız tanıklıktan bildiklerini söyledi.
Devrimci sinerjiye dönüştü
Katliamla ne amaçlandığının on yıldır çok yönlü bir biçimde tartışıldığını belirten Aktaş, “Zira Kürt kadınlarının erke ve erkeklik ideolojisine meydan okuyuşu erkek faşizmi karşısındaki görünür mücadelesi giderek daha etkili olmaya başlamış ve devrimci bir sinerjiye dönüşmüştür. Bu hareketin dayandığı ideoloji bugün artık Latin Amerika’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan Ortadoğu’nun en ücra köşesine kadar tartışılır ve kadınları etkiler hale gelmiştir. Bu bakımdan Kürt kadın hareketinin politik arka planı, kadın özgürlüğüne dair görüşleri ve yarattıkları somut gelişmeler oldukça dikkat çekmiş ve egemen tüm güçler gibi faşist Türk devletinin de hedefine girmesine yol açmıştır” diye konuştu.
Kurucu irade hedeflenmiştir
Katliam sürecini ve sonrasını üç başlıkta değerlendiren Aktaş, ilk olarak dönemin siyasal gelişmeleri ve atmosferini hatırlatarak şunları söyledi: “Şunu peşinen bir kez daha belirtmekte fayda var; bu saldırı ile öncelikle Kürt kadın hareketinin yarattığı örgütlü güç ve Sakine Cansız yoldaşın şahsında Kürt özgürlük hareketinin belleği, kurucu iradesi hedeflenmiştir. Zira Kürt kadın hareketi ya da kadınlar ilk süreçlerden itibaren Kürt özgürlük hareketinin can damarları ve emekçileri olmuştur. Hareketin kurduğu yeni ahlak, insan ilişkileri ve hak algısının baş mimarları olmuşlardır. Bu anlamda onların şahsında Kürt özgürlük hareketi içinde yaratılan bu yeni yaşam ve ahlak hedeflenmiştir. Kürt kadın hareketi, bugün Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun en önemli dönüştürücü gücü, AKP iktidarı karşısında ise en büyük devrimci enerjidir.”
İlk hedef kadındır
Tarihsel olarak da günümüzde de dünyanın her yerinde totaliter, faşist muhafazakar, cinsiyetçi iktidar ve liderlerin cinsiyetçi söylem ve politikalarının ilk hedefinin dolaylı ya da direkt örgütlü kadın mücadelesi ve kadınlar olduğuna dikkat çeken Aktaş, bu perspektifi de ikinci madde olarak ele aldı. Aktaş, tüm savaş ve çatışma süreçlerinde faşist erkek zihniyeti ve eliyle kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere sayısız suç işlenmiş olmasına rağmen uluslararası hukuk bağlamında cezalandırılmadığını söyledi.
Bosna Savaşı’nda olduğu gibi
Aktaş değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Devlet merkezli milliyetçiliğin toplumsal cinsiyet kimlikleri boyunca ürettiği iktidar ilişkilerinin yarattığı kadın katliamlarının açığa çıkarılması bir erkek adaleti gereği tarih boyunca engellenmiştir. Bunların sonucu ağır tahribatlar olmuştur. Örneğin Bosna Savaşı’nda da görüldüğü gibi, milliyetçi söylemlerle cinsiyetçi söylemler iç içe geçmiş ve bir anlamda kitlesel tecavüzlerle etnik temizlik hedeflenebilinmiştir. Aynı faşist zihniyet Kürt kadın hareketine karşı da katmerli bir şekilde saldırılar sürmesine rağmen aynı şekilde bu katliamların üstünü örtmekte ve adaletin gerçekleşmesini engellemektedir.”
Cinsiyetçi moderniteyi sarsıyor
Aktaş, yaşanan gelişmelerin tarihsel değerlendirmesinin son maddesinde ise katliamın Kurdistan’da yürütülen savaş ve AKP-MHP iktidarının kirli politikalarla bağlantısı olduğunu söyledi. AKP’nin 2000’li yıllar boyunca kadınlar ve erkeklerin ittifakını; cinsiyetlendirilmiş sosyal politikalarla, cemaatlerle kazanacağını umduğunu belirten Aktaş şu ifadelere yer verdi: “Bu strateji sonuç vermeyince gerekli biatı zorla elde etmek için her türlü saldırganlığı olağan hale getirdi. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi’nin kadınlara vaat ettiği etik, özgürlük ve kimlik karşısında fazla bir başarı elde edemedi. Çünkü hayattan tamamıyla dışlanmış kadınların bu hayata muhalif olarak, isyankar olarak dahil olmaları devletin uyguladığı tüm köleleştirici politikaların yok sayılması, boşa çıkarılması anlamına geliyordu. Kadınların Kürt Özgürlük Hareketi içinde her düzeyde irade ve karar gücü olarak var olmaları bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm cinsiyetçi modernite projesinin temelini sarsmaktadır. Bu bakımdan devlet kendini ancak bu kadınları cezalandırarak, yok ederek yeniden inşa edebileceğini düşünmekte ve bu saldırıları günümüze kadar sürdürmektedir.”
Kürt kadınların uyanışı hedef
Kürt kadın siyasetçilerin katledilerek bütün Kürt kadınların sesinin kısılmak istendiğine dikkat çeken Aktaş, Sakine Cansız’ın mücadelesini şu sözlerle özetledi: “Sakine Cansız’ın bizzat yaratıcılarından biri olduğu, inandığı ve savunduğu Kürt hareketini, uğruna en zalimane ve barbar uygulamalara maruz kaldığı yaşam ve mücadele ilkelerini ve bunun sonucunda kazandığı değer ve anlamın hedeflendiğini belirtmek mümkündür. Kürt kadınlarının ‘uyanışında’ simge olan Sakine Cansız yoldaş ve yol arkadaşlarının verdiği olağanüstü mücadelenin dünyaya yansımaları düşünüldüğünde sadece Kürt kadınları değil Türkiye, Ortadoğu ve dünyada kadın mücadelesine dair söyleyecek sözü olan tüm kadınların hedefleyen boyutların olduğunu da belirtmek mümkündür. Bu temelde Sakine Cansız yoldaş şahsında bu hareketin belleği hedeflenmiş, Fidan Doğan şahsında dünyadaki Kürt kadınların sesi hedeflenmiş, Leyla Şaylemez şahsında ise Kürt kadınlarının gençlik dinamizmi hedeflenmiştir diyebiliriz.”
Düşmanlarının yüreklerine akan korkular
Üç kadın şahsında erkek egemen, gerici, kadın düşmanı siyasetin karşısında halkına, yaşam alanına, kendi hayatına söz ve karar hakkına sahip çıkarak faşist devlet zihniyetine karşı direnen tüm kadınların hedeflendiğini belirten Aktaş şunları kaydetti: “Onların katledilişi, kadın özgürlüğüne ve kadın kimliğine yapılmış bir saldırıydı aynı zamanda. Onların şahsında ete kemiğe bürünmüş devrimci kadın kimliğinin kendisi hedeflenmiştir. Kuşkusuz üç devrimci kadının adım adım özgürlüğü işlediği sokaklarda şimdi miraslarını devralan binlerce Kürt kadını mücadeleye devam ediyor. Tarih boyunca kadınların özgürlük mücadelesinde varoluşları, imha edilmesi gerekli bir tehdit olarak görülür. En önde mücadele eden kadınların hoyratça ve hunharca katledilişin arkasında yatan gerçek egemenlerin o büyük korkusudur. Evet, Sakineler Fidanlar ve Leylalar yüreklerimize akan bir hüzün olurken düşmanlarının yüreklerine akan korku oldu. Bu hüzün bizim isyanımızı büyütüp, öfkemizi çoğaltırken düşmanlarının korkularını çoğalttı.”
Devrimci kadın gücü
Aktaş, Kürt kadın hareketinin Fransa’daki temsilcisi Evîn Goyi’nin (Emine Kara) de 23 Aralık 2022’de katledilmesinin elbette tesadüfi olmadığını ve 9 Ocak 2013 katliamında amaçlanan konseptin bir devamı olduğunu söyledi. Aktaş, on yıldır Kürt kadın hareketinin talep ettiği gibi Fransa hükümeti, yargı organlarının işlerini yapabilmesi ve 2013 katliamının emrini verenleri yargılayabilmesi için, istihbarat servislerinin elindeki bilgi ve belgelerinde “devlet sırrını” kaldırıp dosya hakimi ile paylaşmış olsaydı bugün farklı bir durumun yaşanabileceğini söyledi.
Aktaş, kadın mücadelesinin önemine dikkat çekerek şunları ekledi: “Rosa’dan Sakinelere, Sakinelerden Sevelere, Sevelerden Nagehan ve Evinlere uzanan, devrime adanmış kadınların hayatlarına kastetmek egemen erkek stratejilerinin ve faşist devlet aklının örgütlü ve direnen kadın mücadelesine karşı olan büyük korkusunu ifade etmektedir. Nitekim onlar direnmenin başlı başına muazzam bir tavır olduğunun, devrimci bir kadın gücü ve iradesi açığa çıkarmanın simgeleşmiş isimleridir. Sonuç olarak tüm kadınların seferberlik ruhu ile bu katliamların hesabını sorması ve ve yeni katliamlara giden yolları azmi ve iradesi ile tıkaması gerekmektedir.”
‘Önce kadınları vurun’ anlayışı
Bu politikalarla Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in özgürlük iradelerinin teslim alınmaya çalışıldığını ve onlar nezdinde bütün kadınlara mesaj gönderildiğini kaydeden Aktaş, AKP iktidarının da, Latin Amerikalı faşist general gibi ‘Önce Kadınları Vurun’ şiarına sıkı sıkı sarıldığını söyledi. Aktaş, bu tutumun AKP iktidarının savaş ve katliam siyasetine, savaş politikalarına karşı mücadelede öncülük eden kadın siyasetçilerin neden hedef alındığını açıkça gösterdiğini belirtti.