Yeni bir siyaset yapma tarzı, dili, üslubu bir ihtiyaç olarak kendini uzun zamandır hissettiriyor. Üstelik halkın bu yönlü arayışı da giderek güçleniyor.
Özellikle 6 Şubat depremlerinin açığa çıkarmış olduğu yeni zemin, karşı karşıya olduğumuz siyasi krizi de içine alan yeni bir siyasetin, yeni bir toplumsallık ve kamusallığın söylemi ve eylemini gerekli kılıyor. Bir yandan faşizm ve restorasyon ikiliği arasına sıkıştırılmak istenen siyaset kendi düzleminde hareket ederken, bir yandan da halkın talepleri, özlemleri, öfkesi, tepkileri, var olma biçimleri yeniyi arıyor.
Tebaa siyasetinden halk siyasetine
Tam da bu noktada, siyasal ve toplumsal fay hatlarını yerinden oynatan deprem sürecinin açığa çıkardığı ‘halk dayanışması’na dayanarak, aktif yurttaşlık bilincini yeşertmek ve halkın siyasetin öznesi haline gelebilmesinin koşullarının yaratılması gerekiyor. İlişkin olarak, Türkiye’deki değişim ve dönüşümün ana motorunun ezilen sınıflar ve halk güçleri olduğunun bilincini toplumsallaştırmak gerek. Halkın kendi kaderini tayin etme hakkı iddiasının yolunu açarak, şayet kendi hayatı üzerinde örgütlü bir güç olabilirse gerçek bir iktidar gücü haline gelinebileceğinin bilincini uyandırmak gerekiyor.
Halkın siyasete katılmasını ve yerleşikleşmesini sağlayacak, aktif yurttaşlığa alan açacak, teşvik edecek, velhasıl-ı halkı siyasetin ana ögesi yapacak sürecin ilk aşaması yeni bir siyaset anlayışının inşasıyla mümkün olabilir.
Ne var ki, uzun zamandır süreğen siyasi kriz dolayımıyla kitlelerde, siyasete ve siyasi partilere ve hatta sosyalist sola karşı güven ve umut krizi de eş zamanlı olarak yaşanıyor. Mevcut iktidar ve siyaset düzlemine dair meşruiyetin sorgulandığı duygu ve düşüncelerin yanı sıra, siyasi partilerin ve hareketlerin inandırıcılıklarının yitime uğradığı, siyasetin bir çözüm merci olmaktan çıktığı kitlesel bir düşünce kabulü var. Verili siyaset ortamı bu kabulü an an güçlendirmeye de oldukça teşne.
Zira, egemen siyasetin kastlaşmış metodolojisi, olgu ve olayları, söylem ve eylemleri halkın kendisini ifade edebilmesine, güçlenmesine, yetki ve karar alanlarına katılmasına müsaade etmiyor. Tersine, 623 yıl tebaa olmuş bir halk gerçekliğinin üzerine dayanan tebaa siyasetine salık veriliyor. Egemenlerin ihtiyaçları doğrultusunda; toplumu ve bireyi, devlet-sermaye ve iktidar troykasının mutlak tahakkümüne güdülüyor.
Hal böyle iken, 2023 muhalefet siyasetinin ana eksenine parlamenter demokrasinin oturtulmuş olması, yurttaşların siyaseti mesafeli bir uzaklıktan izlemesini öncüllüyor ve vesayet siyasetini güçlendirmiş oluyor.
Öyle ki, halkı siyasetin merkezine çağırmaktan ziyade ve hatta bu çağrıdan alabildiğine imtina ederek, bürokratik ve teknokratik olan soyut ‘iyi’yi, burjuvazinin hukukunu ve bugün sınırlarına gelmiş olan temsili demokrasiyi geri çağırarak muhalefet ediyor. Ve bu muhalefetin iktidarını vaat ediyor.
Vaat edilen o düzen, neoliberal düzene organik entegrasyonda bir beis görmüyorsa, devletin tüm kurumlarını minik minik ulus devletçikler olarak halkın tepesinde sallandırıyor ve halk aleyhine konum alıyorsa, adı meclis olmuş, önüne ardına demokrasi gelmiş, güçlendirilmiş denmiş ne fark eder ki… Öyle değil mi?
Kaldı ki, tarihsel belleğimizden doğru gayet iyi biliyoruz ki; Türkiye’de rejimin otoriterleşmesi parlamenter sistem dönemi ile başladı. Parlamenter sistem, çoğunluğun yani egemen olanın tahakkümüne, halkın siyasetin seyircisi olduğu ve lider kültünün ululaştırıldığı bir otoriterleşmeye yol açıyor. Demokrasinin kitabi bir söylem olarak kaldığı temsili demokrasi ile seçimden seçime oy hukuku ile onaylanan temsilcilerin yönettiği ve karar aldığı bir statüko organına yeniden hayat öpücüğü veriliyor.
Popülizmin işlevi
Temsil edilenle temsil eden arasındaki boşluk, yokluk, yoksunluk halinin deyim yerindeyse bir uçuruma dönüştüğü günümüz siyasetinde, yeninin arayışında olan kitlelere ise bu arayışı karşılamak adına halkın muhalefeti/halkın siyaseti olarak popülizm siyaseti sunuluyor. Hali hazırda, dünya ölçeğinde sağ-sol popülizm siyaseti ve yönetimlerinin kıta sınırlarını aşarak iktidarlaştığı bir momentteyiz. Esasında şöyle ifade edebiliriz ki; toplumda yeniye olan yönelim ve arayışı törpüleyip soğuran bir tıkaç görevi görüyor popülizm.
Siyaseti sahnesel bir teatrallik içeren performans nosyonuyla çerçeveleyerek, birbirine sıkı sıkıya bağlı olan iktidar ve erkekliğin güdümünde ilerleyen heteronormative gösterileriyle bezeli liderlik kültünün içini halktan biri, bizden biri olgularıyla doldurarak, halk adına siyaset yapma iddiasıyla halkı siyasetin yabancısı ve figüranı kılan egemen zemini güçlendiriyor.
Halk, kendisi adına konuşacak ve davranacak hazır kıtada bekleyen homojen bir grupmuş, onlar da halkın kurtarıcılarıymış gibi bir kabul ile hareket ediyorlar. Devlet ve toplum ikiliği zeminde hareket ederek, lider kültü ile çevrelenmiş popülist üsluba sarılarak yol yürüyorlar. Dil, söylem, retorik, üslup alabildiğine argo, küfür, sertlik, çatışma, tehdit, kavga kıyamet ilkesi etrafında dürüstlük, mertlik olarak içeriklendiriliyor. Ki, karizmatik lider kültü de tam olarak buradan temellendirilir.
Popülist siyaset, halk için siyaset diye makyajlanıp pazarlanıyor.
Oysa popülist siyaset ile halk için siyaset arasında uzlaşmaz bir açı farkı var.
Biri egemen siyasetin çıkarları gereğince seçmen davranışını dikkate alarak söylem üretir, politik olarak kuralsızca bir yönelimle bildiğini okuyarak egemenlerin çıkarlarını koruyacak stratejik uygulama ve yöntemlerle yol alır. Halk için siyaset ise halkın çıkarlarını halkla beraber savunur. Sosyalist solun kitleler içindeki gücü zayıfsa popülizm, arayış içindeki halk için iyi bir seçenek olabiliyor ve ön de açabiliyor. Ve ama kitleler kendi iktidar mekanizmalarını yaratıyorsa popülizm gericilikten başka bir işlev görmüyor.
Zira popülist siyaset halkı değişimin ana öznesi görmek yerine seçmen ya da kitle olarak nitelendiriyor. Halkı seçmene indirgediği gibi demokrasiyi de sandığa ve temsili olana indirgiyor. Bu söylemine de eylemine de yansıyor.
Yeni bir siyasal karakter
Oysa, bugün toplumda yen bir doku ve yeni bir siyasal karakter oluşuyor.
Halkın liderci siyasete değil günün ihtiyaçlarına cevap veren çözüm siyasetine ve programına olan ihtiyacı, içinden geçtiğimiz olağanüstü günlerde giderek daha sarih bir gerçeklik haline geliyor.
Tam da bu yüzden, ülkenin siyasal ve toplumsal açıdan temelden ve köklü bir dönüşüm geçirdiği bu kritik kavşakta, özgürlük alanlarının aşağıdan yukarıya müdahalelerle yeniden tanımlanmasına ve biçimlenmesine ihtiyaç var.
14 Mayıs’ta bir yanıyla seçim kampanyaları, sandık ve yurttaş meclisleri bu dönüşümün aracı olabilir. Ama ötesinde 14 Mayıs sonrasını da gören gözeten ortak bir hedefe ihtiyaç var. Mahalle meclisleri, ilçe-semt meclisleri, halk meclisleri, kent konseyleri, kadın meclisleri, gençlik meclisleri, dayanışma ağları, koordinasyonları ile kendi hakkını, talebini ve iradesini örgütlü olarak yansıtabilen, savunan, denetim ve karar mekanizmalarında yetki sahibi olan ve parlamento üzerinde baskı kurabilen bir kurucu mecrayı toplumsal alanda oluşturmayı hedefleyebilmek örneğin. 14 Mayıs sonrası derin ve sert bir yoksullaşma gerçeğini yaşayacağımızı bugünden öngörüyor isek; halkı ayakta tutmak ve ayağa kaldıracak, krize karşı halkın çıkarları doğrultusunda hareket edecek örgütlülükleri bugünden yaratmak yaşamsal. Değilse bu kriz, ana akım siyasetçilerin ‘halka inip’ esnaf ve pazar ziyaretleri yaparak, söylem üreterek geçiştirilebilecekleri bir kriz hiç değil. Deprem suçları 60 gündür boyutlanarak yol olmuş uzayıp giderken, başta deprem kentleri olmak üzere tüm ülke ölüm kokarken, servet zenginleri kârlarını maksimize ederken, seçim öncesi Varlık fonu eliyle, halkın kasasından yandaşlara devasa servet transferleri yapılmışken, emekçi sınıflar en temel geçim ihtiyaçlarına erişemezken, bu seçim başka seçim, tayin edici bir manası var. Ötesinde sandığı aşacak şekilde halk örgütlülüğünü yaratmaya odaklanmak gerek.