Milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılacağı 14 Mayıs tarihi hemen hemen herkes tarafından çok önemli bir tarihsel dönüm noktası olarak görülüyor. Cumhur İttifakı bakımından resmi ideolojinin sürdürülmesi olarak sunuluyor. Millet İttifakı bakımından ise güçlendirilmiş parlamenter sistem adı altında bir restorasyon ve reform vaat ediliyor. Emek ve Özgürlük İttifakı bakımından ise yeni demokratik bir yaşamın birlikte inşası olarak anlatılıyor.
Esasında bu yazıyı yazarken 23 Nisan 1920 tarihi aklıma geldi. Bundan 103 yıl önce Anadolu’da TBMM açılırken tüm yurtsever kesimler birlikte bir araya geldi ve önemli bir mücadele verdiler. Bu mücadele sürerken 1921 Anayasası’nı yaptılar. 1921 Anayasası’nda tüm toplum kesimleri, tüm etnisiteler ve inançlar, tüm dil grupları olduğu gibi kabul edilmiş ve bu kesimlerin yerel iktidarını esas alan ademi merkeziyetçi bir Anayasa modeli kurgulanmıştı. Ancak olmadı. 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması Kemalistlere yeterli geldi. 29 Ekim 1923 tarihli Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte yeni bir ulus devlet inşasına geçildi. Bu yıl bu ulus devletin yüzüncü yılı. Bu ulus devletin ideolojisi 1924 Anayasası ile inşa edildi. Bana göre bu ulus devletin resmi ideolojisi artık tükendi. İşte bu seçimler, resmi ideolojiden yana çevreler ile insan hakları ve demokrasi değerlerine bağlı çevrelerin yarışmasına sahne olacak. Bu bakımdan tarihseldir. Yüzyıl sonra bizlere resmi ideolojinin dayatılmasını asla kabul edemeyiz. Bu ideoloji Kürt sorununu çözümsüz bıraktı. Başta Aleviler olmak üzere farklı inanç gruplarını dışladı, ötekileştirdi. Tekçi ve inkarcı bir sistem yarattı. Demokrasinin açıklık, katılımcılık ve çoğulculuk ilkelerini bir türlü benimseyemedi. Cumhuriyeti otoriterleştirdi. Avrupa Birliği uyum sürecinde insan haklarına uygun düzenlemeler yapmayı vaat ettiyse de yeterli ilerlemeyi sağlayamadı ve çok ağır hak ihlallerinin yaşanmasına sebep oldu. Hukukun üstünlüğü yerine hukukun araçsallaştırıldığı adaletsiz bir düzen yarattı. Sosyal adalet yerine neo-liberal kapitalist ekonomi modellerini dayattı. Sınırsız emek sömürüsü ve yoksulluk üretti. Toplumun büyük çoğunluğunu mutsuz ve umutsuz hale getirdi. Bunları uzatabiliriz.
Seçim sürecinde olduğumuz şu günlerde özellikle yeni yaşamdan, radikal demokrasiden, yeni bir barış sürecinden ve demokratik yeni Anayasa’dan bahseden Yeşil Sol Parti’nin bu seçimden güçlü çıkması gerektiğini düşünüyorum. Geleceğimizi birlikte inşa etmek, yeni ve demokratik Anayasa yapabilmek ve önümüzdeki ikinci 100 yılı kurtarmak için başka seçeneğimizin olmadığını söyleyebilirim. Bu nedenle bu şekilde düşünen herkesin büyük bir sorumlulukla hareket etmesi, seçim ve sandık güvenliğine gerekli hassasiyetle yaklaşması gerekir. Seçim sürecinde seçim çalışmaları yaparken halktan şu cümleyi çok sık duymaya başladım. “Bu seçim son seçim; ya başaracağız ya başaracağız”!
Başaracağımıza inanıyorum ve başaracağız.