Yeşil Sol Parti, seçim sürecinin “dümenine” mükemmel bir Seçim Beyannamesi’yle geçti. Demokratik Cumhuriyet hedefini ilan etti. Bu da, hem Saray İttifakı’nın “tek adam rejimine” hem de Millet İttifakı’nın “güçlendirilmiş parlamenter rejimine” karşı halkların üçüncü yoludur.
Biz eski nesil komünistler kendi aramızda “geminin eğrisine bakma, dümenin doğrusuna bak” sözünü sık sık tekrarlardık. Hiçbir parti eksiksiz değildir. Yeşil Sol Parti’nin örgütsel yapısı, kadroları hakkında hiçbir fikre sahip olmasam bile, şimdiden söyleyebilirim ki, bu partinin “dümeni” doğrudur, o nedenle de yola çıkarken varsa eksiğini, gediğini giderecek, ilan ettiği rotada başarıyla yürüyecektir.
İlk liman 14 Mayıs limanıdır. Bir buçuk aylık fırtınalı denizde ilk iş, bu limana kazasız belasız ulaşmaktır. Provokasyona gelmemektir. Baksanıza, HPG seçim gününe kadar askeri eylemlerini bu amaçla durdurdu. “Demokratik Cumhuriyetçi” muhalefetin oy potansiyelinden tek oy fire vermemek, TBMM’ye en az 100 vekille girmek, bugünün koşullarında ilk “devrimci” parlamenter hedeftir.
Yazımın bu bölümünden sonra Yeşil Sol Parti vekil adayları ve parti kadrolarıyla bizim gibiler arasındaki “işbölümüne” geleceğim. Adaylar ve partinin seçim propaganda kadroları seçmene hitap edecekler; onlara Seçim Beyannamesi’ni anlatacaklar, esas olarak 14 Mayıs günü kurulacak sandıklara en geniş kitleyi seferber edecekler.
Benim gibiler ise “seçim gecesine” ve geceden sonraki birkaç hafta ya da aya gözlerini dikecekler. Tehlikeleri ve olanakları sözlerini sakınmadan gösterecekler. Bu işbölümü hem seçimde hedefe ulaşmanın, hem de elde edilen kazanımı koruma ve derinleştirmenin anahtarıdır.
Yeşil Sol Parti var güçle “seçmene”, bizler ise Yeşil Sol Parti’nin örgütlü gücüne sesleneceğiz.
O halde seslenelim:
Yüksek Seçim Kurulu Erdoğan’ın “üçüncü defa adaylığını” onaylayarak anayasayı en kaba şekilde çiğnemiştir… YSK eliyle tezgahlanan “sivil darbenin” ilk adımı HDP’yi seçim dışı bırakma yeltenişidir, Erdoğan’ın adaylığını onaylaması ise ikinci stratejik adımdır. Artık açıkça ortaya çıkmıştır ki, YSK’ya çöken klik, seçimde kaybedecek olan Erdoğan’ın “Başkanlığını” ilan ederek “sivil darbenin” son adımını atmaya hazırlanmaktadır.
YSK bir yargısal organ değil, başkanı ve tüm üyeleri Erdoğan tarafından oraya doldurulmuş olan “sivil darbe cuntasıdır.” Cuntanın başındaki kişi Erdoğan’ın ta kendisidir.
Bu cunta ülke çapında örgütlenmiştir. YSK yasasında yapılan değişiklikle bütün İl ve İlçe Seçim Kurulları avukatlık süreleri kıdemlerine sayılarak “birinci derecede hakim” haline getirilen AKP, MHP, Ergenekon militanlarının eline geçmiştir. YSK “sivil darbenin” Genelkurmayı ise, İl Seçim Kurulları darbenin orduları, İlçe Seçim Kurulları kolorduları halindedir.
Bunların “Başkomutanı” Erdoğan bu cuntaya dayanarak kendi kendisini başkan ilan edecektir. Medyada sık sık şaşkınlıkla dile getirilen “rahatlığının” altında işte bu “sivil darbe” hazırlığı yatıyor. Bu hazırlığın psikolojik temeli ise rejimin Rojava’ya saldırmasıyla atılacaktır.
“Sivil darbe” Muharrem İnce’nin muhalefet oylarını bölmesi ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalmasıyla başlayacak ve YSK ikinci turda İl ve İlçe Seçim kurullarıyla devreye girerek halk iradesini çiğneyecektir.
Sivil darbe hiçbir hukuki ya da teknik yolla önlenemez. “Sivil cunta” bu aşamaya anayasayı defalarca çiğneyerek gelmiştir ve bu defa son darbeyi indirecektir. Çünkü cuntacılar seçimi kaybettikleri gün her şeylerini kaybedeceklerdir. “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” diyeceklerdir.
“Sivil darbeye” karşı mücadelenin ilk adımı, YSK’nın darbe hazırlığını var güçle deşifre etmektir. Halkın projektörlerini gizlendikleri karanlık izbelere çevirmektir. Ne demişler: “Rencide olur dide-i huffaş ziyadan.”
Asıl caydırıcı güç 14 Mayıs’ı 15 Mayıs’a bağlayan gecede milyonların Ankara’da YSK’nın, illerde ve ilçelerde Seçim Kurulları’nın önünde, o sırada seçilmiş muhalif vekillerle birlikte toplanmasıdır. Bu kitle Anadolu Ajansı’nın “sahte seçim sonuçlarını” YSK duvarlarını sarsarak protesto etmeli, muhalefetin açıkladığı gerçek seçim sonuçlarını dev ekranlarla birlikte hep bir ağızdan haykırmalıdır: “Açılan sandık sayısı şu kadar, Kılıçdaroğlu yüzde ellibeş, Erdoğan yüzde kırk.”
Sivil darbeye karşı halkların ülke çapındaki bu direnişi karşısında sivil darbe cuntasının bacakları titreyecek, halk iradesini çiğnemeye cesaretleri yetmeyecektir. Milyonların sokakta kendi iradelerine böylesi bir güçle sahip çıkması karşısında devletin baskı aygıtını halkın üzerine sürmeye kalkanlar felce uğrayacaktır. 81 il ve yüzlerce ilçede ayağa kalkan ve demokrasiyi savunan bu gücün karşısında kimse duramaz.
Ve şunu da bilelim: Eğer rejim YSK’nın sivil darbe yeltenişinin yenilgiye uğradığını görüp, halka karşı şiddet uygulamaya kalktığı durumda, bu barışçı halk direnişine sahne olan ülke, bir anda “devrim ve karşı devrim” diyalektiğiyle “kim kimi” aşamasına yükselir.
Bu son cümleyi yazmak ise halka karşı silah kullanmayı göze alacak olanları caydırmanın en etkili yoludur.
Yeşil Sol Parti bileşenleri parlamenter mücadeleyle parlamento dışı mücadeleyi birleştirme yeteneğine sahiptir; soru Millet İttifakı’nın “kendi zaferine” sahip çıkıp, çıkamayacağıdır.
Siz yine de benim yazdıklarıma boş verin. Peker’e kulak verin; “seçim gününe kadar ‘sokağa çık’ diyenleri, seçim gecesi ise ‘sokağa çıkma, evine git’ diyenleri dinleme” diyor.