31 Mart seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı tablo üzerine farklı değerlendirmeler yapılabilir. Ancak “seçimin mağlubunun -devletin tüm olanaklarını kullanmasına ve akla gelmeyecek seçim hilelerine başvurmasına rağmen- AKP-MHP iktidarı ve saray rejimi iken seçimin galibinin halkın sandığa yansıttığı irade olduğu” tartışma götürmez. Buna karşın seçim galibiyetinin siyaseten kime ait olduğu ise tartışmaya muhtaçtır.
Seçim sonuçlarının yansıtıldığı harita üzerinden bakıldığında; Kürt illerinde -tüm baskılara, alavere dalaverelere, komplo ve irade gaspı girişimlerine rağmen- DEM Parti’nin seçimin mutlak galibi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak diğer illerin bütününde birinci parti olmasına rağmen CHP’nin galibiyeti için aynı kesinlikte konuşmak mümkün değildir. Özgür Özel’in seçimin ardından yaptığı “Yüzde 25’lik cam tavanı yıktık!” açıklaması, seçim sonuçlarına ilişkin matematiksel bir değerlendirmeden öteye geçemez. Zira CHP’nin yüzde 38’e yaklaşan oyunun içinde CHP’nin ideolojik perspektifini ve politikalarını benimsediği için oy verenlerin yanı sıra AKP-MHP iktidarından ve saray rejiminden ikra etmiş (TDK’ye göre “bıkmak, usanmak yer yer tiksinmek”) geniş bir seçmen kitlesinin, yerel seçimin dengeleri içinde stratejik olarak kullandığı oylar da vardır. CHP, ekonomik kriz, halkın içine düşürüldüğü derin yoksulluk ve Kürt sorunu başta olmak üzere temel toplumsal problemlere çözüm üretemediği ve halkları buna ikna edemediği sürece cam tavanın altında kalmaktan kurtulamayacaktır.
31 Mart seçimlerinin mutlak mağlubu olmakla birlikte saray rejiminin -tüm otokratik rejimler gibi- seçim yenilgisini kabul etmeyeceği ve kenara çekilmeyeceği aşikârdır. Dolayısıyla bu yenilgiyle birlikte Türkiye’nin otokrat saray rejiminden kurtulmasını beklemek de abesle iştigaldir.
AKP-MHP iktidarının otokratik rejimden geri dönmeyeceğinin mesajı, seçim gecesi kendisi için yenilginin kesinleşmesinin hemen ardından yaptığı balkon konuşmasında bizzat Erdoğan tarafından verilmiştir. Erdoğan bu konuşmada, seçim yenilgisine rağmen iktidarının sürdüğünü ispatlamak istercesine, iktidarın en büyük destekçisi olan uluslararası kapitalist kurumlara ve sermaye çevrelerine Orta Vadeli Program (OVP)’ın devam ettirilerek ekonomiyi çıkmaza sürükleyen, halkı yoksullaştıran ekonomi programının süreceği taahhüdünde bulunurken; -iktidar ortağı Bahçeli’yi selamladıktan sonra- yeni operasyonlara işaret ederek milliyetçi, şoven cenaha da savaş politikalarının sürdürüleceğinin güvencesini vermiştir.
Halkı işsizliğe, yoksulluğa iten politikaların süreceğini ve Kürt sorununda demokratik çözüme kapıların tamamen kapatıldığını ilan eden bu konuşma, halkın kâle alınmadığını bir kez daha göstermiş ve AKP-MHP’nin “halka rağmen” iktidarını sürdürmekte ısrar edeceğini ilan etmiştir.
Bir iktidarın halka rağmen sürdürülebilmesinin “barışın, demokrasinin, hukukun üstünlüğünün olduğu bir ortamda gerçekleşmesi” mümkün değildir. Bu bağlamda Erdoğan’ın seçim yenilgisi üzerine verdiği mesaj; halklar arasında düşmanlığın daha da körüklenerek toplumda kutuplaşmanın derinleştirileceğini; hukuksuzluğun ve hakkını arayanlara yönelik baskıların -artarak- sürdürüleceğini göstermektedir.
İktidarın seçim sonrasında bu yöndeki ilk icraatı, Abdullah Zeydan’a tuzak kurularak Van Belediye Eş Başkanlığı’nın gasp edilmeye çalışılmasıdır. Van halkının direnişi ve demokratik kamuoyunun tepkileriyle boşa çıkarılan bu gasp girişiminin Van Belediyesi’ne çökmenin yanı sıra Kürt halkını kışkırtarak, seçim yenilgisinin üzerini örtecek bir çatışma ortamı yaratmaya yönelik bir provokasyon olduğu açıktır. 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında tanık olduğumuz benzer provokasyonlara, bundan sonra da hazırlıklı olunmalıdır.
Kürt halkı ve onun siyasi temsilcileri, “otokratik rejimi sürdürebilmek için halkları birbirine düşmanlaştırarak savaş politikalarını meşrulaştırmayı amaçlayan provokasyonlara karşı” son derece duyarlıdır. Burada asıl sorumluluk üstlenmesi gereken -başta CHP olmak üzere- siyasi partiler ve batısından doğusuna kuzeyinden güneyine, Türkiye halkıdır. Van’da denenen provokasyona karşı gösterilen duyarlılık ve dayanışma son derece önemlidir. “Keşke 7 Haziran sonrasında gösterilseydi!” dedirten bu dayanışmanın, toplumsal barışı sağlamada önemli bir adım olmasını umuyorum.