Erdoğan’ın 14 Mayıs’ta yapılacağını işaret ettiği 2023 seçimlerini, siyasi iktidarın el değiştirdiği geçmiş seçimlerle aynı kefeye koymak tarihi bir yanılgı olur. Her şeyden önce alışılageldik bir iktidar yarışı olmanın ötesinde bu seçimde muhalefet AKP’nin 20 yıllık iktidarı sürecinde adım adım inşa ettiği -Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırılan- otokratik rejimi değiştirmeyi hedeflerken; AKP/MHP ittifakı ise seçimleri, mevcut rejimi sürdürmek ve köklendirmek için bir var olma koşulu olarak görmektedir.
Peki muhalefetin hedeflediği gibi seçimlerle rejimler değişir mi?
Sadece seçimler yoluyla rejimlerin değiştirildiği bir örnek yoktur. Devlete tüm kurumlarıyla egemen olan rejimler ancak toplumsal hareketleri arkasına alan devrimler ya da darbelerle değiştirilebilir. Her rejim varlığını sürdürmek için devletin tüm ideolojik ve baskı aygıtlarını devreye sokar. Dolayısıyla rejimin akıbeti, demokratik koşullarda gerçekleştirilecek seçimlerde halka sunulan bir tercihin konusu yapılamaz.
Örneğin hilafetten cumhuriyete geçiş bir rejim değişikliğidir; yeni cumhuriyetin anayasa başta olmak üzere tüm yasalarının ve tüm kurumlarının birinci gayesi rejimi korumaktır. Bu nedenle 23 yıl boyunca rejime alternatif olacak hiçbir düşünceye, siyasi oluşuma yaşam olanağı tanınmamıştır. 1946’da çok partili yaşama geçiş, II. Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni dünya düzenine uyum mecburiyetinin sonucudur. Çok partili dönemin ardından toplumsal güç dengelerinin değiştiği, rejimin toplumun geniş kesimleri tarafından sorgulandığı ve değişim taleplerinin yükseldiği dönemler olmuş, bu dönemlerde askeri vesayet sayesinde rejim güvenceye alınmıştır. Askeri darbelerle devlet kurumlarının, siyasetin ve dolayısıyla toplum üzerinde “zor” yoluyla kurulan hegemonyanın ardından -rejimin mutlak kabul edilmesi koşuluyla- seçimlere olanak verilmiştir. Rejime tehdit olarak görülen başta Kürt partileri olmak üzere sol ve sosyalist partiler, kimi zaman İslami partiler seçim barajlarıyla, barajların engel olmadığında ise kapatma yoluna gidilerek halkın seçimlerde tercih edebileceği birer seçenek olmaktan çıkarılmıştır.
2001 krizinde rejimin mevcut partilerinin toplumsal desteği kaybetmesinden yararlanan; uluslararası ve ulusal sermaye ile kapitalizmin egemen devletlerinin desteğini alarak iktidara gelen AKP, 20 yıllık iktidarı sürecinde önce askeri vesayeti ortadan kaldırmış; ardından 12 Eylül 2010 referandumuyla yargıyı ve nihayet 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle ilan edilen OHAL sayesinde parlamentoyu işlevsiz hale getirmiş ve 16 Nisan 2017 referandumu ile otokratik rejimi tescillemiştir. Böylece Türkiye tam bir parti devleti haline dönüşürken Erdoğan da devletin tüm güçlerini tek başına elinde bulunduran otokrat bir muktedir haline gelmiştir.
Bu koşullarda gidilen 2023 seçimlerinde muhalefetin karşısında AKP/MHP ittifakının yanı sıra otokratik bir rejimin hegemonyası altındaki devlet yapılanması olduğunu görmek gerekir. Muğla Valiliği’nin AKP propagandası yapması; generallerin Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nu eleştiren sözlerini alkışlaması; Binali Yıldırım’ın hakkında pek çok iddialar bulunan oğlunun Erzurum’da vali ve jandarma komutanı ile verdiği poz; Ali İsmail Korkmaz’ı, Kemal Kurkut’u öldüren devlet görevlilerinin cezasız kalması ve son günlerde yaşanan benzeri pek çok olay tesadüf değildir. Devleti temsil edenler tüm bunlar vasıtasıyla muhalefete gözdağı vermekte; seçimlerde, karşılarında AKP ve MHP’nin yanı sıra kendilerinin de olduğunu anımsatmaktadırlar.
Emek ve Özgürlük İttifakı içinde yer alan muhalefet, her dönem devletle mesafeli olmuş, rejim tarafından “marjinal” olarak kabul edilmiş; seçimlere bel bağlamak yerine -genellikle- toplumsal mücadelenin güçlenmesini öncelemiştir. Dolayısıyla Emek ve Özgürlük İttifakı için bu seçimin diğerlerinden çok da farkı yoktur.
Oysa Millet İttifakı içinde yer alan ya da almayan merkez sol ve sağ muhalefet ilk kez tüm kurumlarıyla devlet karşılarında olduğu halde seçim mücadelesi yürütmek zorunda kalmaktadır. Bu durumda kendilerini devletin bir parçası olarak gören muhalefetin mevcut durumun ne ölçüde farkında olup olmadığı son derece önemlidir. HDP ile arasına mesafe koyarak özellikle üniformalı bürokrasiye yaranma çabaları; cumhurbaşkanı adayı belirleme süreci ve seçim kazanıldığı durumda iktidarın ve cumhurbaşkanlığı yetkilerinin nasıl paylaşılacağı vb tartışmalarına bakılırsa muhalefetin bu kesimi, -devlet temsilcilerinin verdiği tüm mesajlara rağmen- durumu henüz kavrayamamıştır.