Parlamenter demokrasilerde partilerin seçimle iktidara gelmeleri ve yine seçim yoluyla iktidardan gitmeleri genel bir kuraldır. Ancak bu kural, demokrasinin tüm kurum ve kurallarının herkes için geçerli olduğu bir sistemde mümkündür. Seçimle gelip, ama seçimle gitmeyen veya uzun yıllar iktidarda kalan, iktidara gelişlerini de iktidarda kalıcı hale gelmelerini de demokrasi kuralları ile izah eden diktatörlerin varlığı bu gerçeğin önemini göstermektedir. Sistemin kendisine verdiği iktidar gücünü, sadece parti lideri ve parti kadrolarının çıkarlarını korumak için kullanması, iktidarı, muhalefeti baskı ve zor yoluyla bertaraf etmeye yöneltir. Muhalefete iktidar olma hakkı tanımayan veya bunu zorlaştıran iktidarın bu tutumu, sadece muhalefet partilerinin değil, geniş halk kitlelerinin de direnme hakkını ve görevini meşru hale getirir. Demokratik hak ve özgürlüklerin korunmasının parlamento içindeki ve dışındaki muhalefet hareketinin ortak paydası haline gelmesi, siyasal ve toplumsal direnişin niteliğini belirler.
Genel oya dayalı, gizli oy, açık sayım ve yargı denetiminde yapılan periyodik seçimlerin geçerli olduğu bir ülkede partiler, demokratik kurallara göre iktidara geleceklerine ve yine aynı kurallara göre iktidarı bırakmaları gerektiğine inanmak zorundadır. Seçimle iktidara gelen bir partinin halkın desteğini kaybettiği zaman iktidarını başkalarına devretmesi bir tür nöbet değişimi gibidir. Anayasa ve yasalarla oynayarak iktidarını kalıcı kılma çabaları demokrasi kuralları ile bağdaşmaz. Demokrasiyi sadece bir iktidar aracı olarak gören ve iktidarın nimetlerinden yararlanmayı başlıca amaç haline getiren bir parti iktidarını bırakmak istemezse, o iktidarın siyasal ve toplumsal meşruiyeti ortadan kalkar. Bu da, muhalefetin demokrasi için direnme hakkına meşruiyet kazandırır.
Seçimle gelen bir parti iktidarı için esas olan siyasal ve toplumsal meşruiyettir. İktidardaki bir partinin iktidarı bırakmamak için bazı yasal boşluklardan yararlanarak kendisini tahkim etmeye çalışması, halka karşı artan oranda zor kullanma anlamına gelir. İktidarın yasal ve barışçıl direniş olanaklarını kısıtlaması ve orantısız güç kullanması toplumsal çatışmaların şiddetini artırır. Giderek ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar politik krizlere yol açarken, yeni iktidar alternatifleri ortaya çıkar ve değişim kaçınılmaz hale gelir. Bu bağlamda ortaya çıkan politik krizin ulusal, sınıfsal, etnik ve kültürel boyutu, belirli bir aşamadan sonra siyasal ve toplumsal bir devrime dönüşebilir. Devrim, tarihsel olarak kendisini var eden maddi varlık koşullarını yitirmiş ve buna rağmen iktidarda kalmayı sürdüren egemen sınıfların iktidarına karşı yürütülen ve meşruiyetini buradan alan bir siyasal, toplumsal ve kitlesel bir harekettir.
Demokrasiden yararlanarak seçimle iktidara geldiği halde, seçimle gitmemek için totaliter bir rejime geçiş için her yola başvuran AKP, Herkes için geçerli olması gereken “demokrasi yolunu” kapatarak dünyadaki totaliter diktatörlüklerin yolunu izlemiştir. 7 Haziran 2015’de iktidarı kaybetmesine rağmen devletin ve hükümetin gayr-i kanuni imkanlarını kullanarak yarattığı terör ortamında 1 Kasım 2015 seçimini yaparak yeniden iktidar olmuştur. AKP’nin bu siyasal operasyonu Erdoğan’ın iktidarı bırakmama tavrından kaynaklanmıştır. Daha sonra şaibeli 15 Temmuz darbe girişimini kullanarak iktidarını devam ettirmek için rejim değişikliğine yönelen AKP, 16 Nisan 2017 Anayasa Referandumu’nu YSK’nin hileli kararıyla kazanmıştır.
24 Haziran baskın seçimiyle AKP, totaliter rejime meşruiyet kazandırmaya çalışıyor. Bu bakımdan adil koşullarda yapılmayan yarınki seçim tarihi bir önem taşımasına karşın, AKP hiçbir şekilde seçmenin tercihi yönünde iktidarı bırakacağının garantisini vermiyor. Yarın, siyasal ve toplumsal süreçlerin önemli aşamalarında iradi bir tavır göstererek iktidarları değiştiren halka ve seçmene güvenerek oyumuzu kullanacağız. Dileğimiz, 16 yıllık toplumsal birikimin yarattığı dip dalgasının AKP-MHP koalisyonunun sonunu getirmesi ve yeni bir dönemin başlamasıdır.