Farklı kimliklerden oluşan bir toplumda, iktidara gelmiş bir kimliğin (ya da bir kimlikler koalisyonunun) diğerleri üzerinde kurarak oluşturduğu baskı politikalarının işe yaramadığı tam olarak anlaşılmış bir konu değil. O nedenle de egemen kimlik siyaseti, diğer kimlikler üzerinde sert ya da yumuşak asimilasyon politikalarıyla bir yere gidilemeyeceğini görmüyor. Oysa olaylar ortada. En azından dünyadaki henüz çözülememiş olanları bir kenara bırakıp baktığımızda egemen kimliğin baskı politikalarının bir işe yaramadığı, sonunda iddialarından vazgeçtiği, baskı kurduğu diğer kimliğin taleplerini kabul etmek durumunda kaldığı görülüyor. Kuzey İrlanda, Kolombiya gibi örnekler bu çerçevede önemli. Tabii bir de egemen kimliğin şiddeti sonuna kadar götürüp de çözmüş olduğu Sri Lanka gibi bir örnek de var. Ama Tamillerin yenilmesinin sorunun çözüldüğü anlamına gelmediği de biliniyor. Bugün Tamiller örgütsel olarak dağılmış durumda olsalar bile bütün dünya kamuoyunda Tamillerin hakları konusunda giderek artan bir destek var. Bir bakıma Tamiller bugün dünya kamuoyunda manevi bir üstünlük kazanmış durumdalar.
Dolayısıyla baskı politikalarının, red politikalarının, asimilasyon politikalarının asla egemen kimliklerin istedikleri sonuçları üretmediği bence ortada.
bu neden böyle?
İki nedenle: 1- Baskı politikaları altındaki bir kimliğin içinde, aynı kimliğin işçileri ve işverenleri birleşirler. İşçiler, yani kimliğin yoksulları baskıya karşı direnen unsurları olurlarken, işverenleri yani zenginleri de bu direnişin finansmanını sağlarlar. O nedenle de baskı altındaki kimliğin muhalefeti diri ve güçlü olur. 2- Baskı altındaki kimliğin iş dünyası aktörleri kendi aralarında dayanışarak çeşitli iş ağları oluştururlar. Böylelikle ekonomik krizlere karşı daha dirençli bir ekonomik alan meydana getirirler. Daha başkaları da düşünülebilir ama bana göre bu iki sosyo-ekonomik faktör, egemen kimliğin baskı politikalarını etkisizleştiren iki faktördür.
Gelelim bizim Kürt meselesine. Bugüne dek devletin yani egemen kimliğin iktidarının uyguladığı asimilasyon politikalarının işe yaramadığı ortada. Kürtler bu politikaların en sertleri karşısında bile kendi aralarında yukarıda sözünü ettiğim biçimde kurdukları dayanışma ağları aracılığıyla bu politikalara karşı çıkabildiler. Giderek de sözleri daha geniş Türkiye’de duyulur hale geldi. O nedenle de Türkiye’yi bir Türk kimliği üzerinden asimile etmeye çalışan bir egemen aklın bu gerçeği görmesi ve bu sevdadan vazgeçmesi gerekiyor. Bence onlar açısından da rasyonel olan budur.
Kimse, Kürtlerin ayrılmak ve ayrı bir devlet kurmak istedikleri gibi vesveselerle toplumu kandırmasın. Böyle bir fikre sahip olan Kürtler de olabilir tabii ki. Ama toplumun geneli açısından baktığımızda Kürtler ve Türkler ve diğer farklı toplumsal kesimler ayrılmaktan değil, birleşmekten söz ediyorlar. Türkiye toplumuna da bu yakışır. Hatta giderek şunu da buraya not edeyim ki önümüzdeki on yıllarda eğer Türkiye’nin dünya siyasetine bir katkısı olacaksa işte bu Osmanlı bakiyesi, farklılıklarla yaşayan bir toplumdan demokratik bir “ortak yaşam” alanı oluşturması ile mümkün olacaktır.
Kısacası demem odur ki, seçimlerden sonra kurulacak hükümet, kim kurarsa kursun artık bu nihayetsiz, nafile, saçma iddiaları bırakıp Kürtlerle ve de Türklerle konuşup bu meseleyi halletmesi gerekiyor. Bunu yapabiliriz. Ve de yapmalıyız…