Cumhuriyet tarihi aynı zamanda faşizmin farklı tonlarıyla kendisini var ettiği bir tarihtir. Süreklileşmiş otoriter rejim sınırlarında biçimlenen yönetim sistemlerinin en belirgin ortak yapısal özellikleri birkaç başlıkta toplanabilir. Demokrasiden sürekli kaçma eğilimleri, rejimin bekası uğruna hukuk dışılığı meşru gören anlayışları, ırkçı-mezhepçi bir zeminde toplumu ayrıştıran mühendislikleri, savaş ve şiddeti en etkin aygıt olarak kullanmaları ve bu çarkı yolsuzluk-suç ekonomisiyle ayakta tutan anlayışları ilk elde sayılabilir.
Erdoğan iktidarı son sekiz yıl boyunca rejime dair bu köhne modelin çöktürme planı özelinde en ‘başarılı’ uygulayıcısı olmuştur. Özellikle Cumhur İttifakı denilen faşist ittifak cumhuriyet tarihinin faşizmi kurumsallaştırma yolculuğunda en uç noktaya ulaştırmıştır diyebiliriz. Yarı diktatörlüğü meşrulaştırmak adına önlerinde bir baraj kalmıştır; 28 Mayıs ikinci tur seçimi.
28 Mayıs seçimlerini Erdoğan’ın kazanması halinde İttihatçı aklın büyük hayali gerçekleşecektir. Seçimli otoriter rejim tüm muhaliflerinden kurtulma adına çoğunluk denen silahı ötekileştirdiği tüm toplumsal kesimlere acımasızca yöneltecektir. Büyük tasfiye süreci başlayacaktır. Tehlike bu denli büyüktür ve bunu durdurmak adına tarihe müdahale etmek zorundayız.
28 Mayıs seçimi sadece bir cumhurbaşkanı seçimi basitliğine indirgenemez. 14 Mayıs’ta ortaya çıkan tablo tehlikenin boyutunu tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Şaibeli seçim sonuçlarıyla parlamento arzulanan rejimin arka bahçesi haline getirilmiştir. Bu tasarımın ilk turda Erdoğan’ı seçtirmemiş olması bir yanıyla meşruiyet krizini küresel siyaset ölçeğinde aşma meselesine bağlıdır. Bir yanıyla da direnen demokrasi güçlerinin mücadelesine.
14 Mayıs’tan bugüne faşist ittifakın ikinci turu kaybetmemek adına ortaya koymuş olduğu her türlü kirli ilişkiler aslında tam bir dehşet senaryosudur. Toplumu Kürt düşmanlığı üzerinden ısrarla kamplaştırma çabası, Yeşil Sol Parti’ye yönelik saldırılar, bugünden Rojava’yı hedef haline getirme, kadın düşmanlığını ve emek düşmanlığını her boyutuyla normalleştirme hamleleri faşist kampın kendisini konsolide etme zeminini gösteriyor. Toplum bu tuzağa düşmemeli. Muhalefet ise bu tuzaklara karşı demokrasi cephesinde mutlaka buluşmalı. Irkçı mezhepçi anlayışa verilecek her taviz seçim sonuçları üzerinde muhalefet lehine bırakın bir oy kayması yaratmayı, tam tersine büyük oy kayıplarına neden olacaktır.
14 Mayıs seçimlerine giderken uzun süre boyunca ısrarla yapılan hatalar maalesef bizi bu eşiğe sürüklemiştir. Çoklu hatanın sistematik bir akıl tutulması mı yoksa ideolojik-paradigmal hattan kopuşun bir sonucu mu bunu önümüzdeki dönem masaya yatıracağız. Ama şimdi mücadele zamanı. 28 Mayıs seçimlerini tarihe güçlü bir müdahale anına çevirmek zorundayız. Bu gücümüzün olduğunu biliyoruz, bunu 14 Mayıs’ta kısmen göstermiş olsak da potansiyelin hala belirleyici bir güç barındırdığından kimsenin şüphesi yok. Yapmamız gereken bu gücü sandığa yansıtmak ve onu korumaktır.
Başta Kürt halkı olmak üzere tüm demokrasi güçleri, kadınlar, emekçiler, gençler, bu sistemin tüm mağdurları ve bu sistemden dolayı büyük bir riskle karşı karşıya olanlar şimdi tarihi rolünü oynamak zorunda. Aramızdaki farklılıkların bize karşı kullanılmasına izin vermeyelim. Faşizmin en iyi beslendiği alan farklılıkları ayrıştırıcı bir dinamiğe çevirmesidir. Tam tersine bu farklılıkların çoğulcu demokrasinin, demokratik ulusun, demokratik cumhuriyetin en güçlü dinamikleri olduğunu unutmayalım. Bu ceberut rejimden kurtulmak adına en önemli adımlardan biri olacak olan 28 Mayıs seçimlerine müdahale edelim, tarihe müdahale edelim ve Erdoğan iktidarına son verelim. Gücümüzü sandığa yansıttığımız ölçüde siyasette belirleyici güç olacağımızı unutmayalım. Sandığa gidelim, oyumuza, irademize, geleceğimize sahip çıkalım. Tüm tutsak ve sürgündeki yoldaşlarımızın, tecrit altında bir fikrin ve ülkenin bize yüklediği sorumluluğu hissedelim ve gereğini yapalım…