Medya Havuzunda “olimpiyat yüzme rekorları” kıran medyatörlerden birisi Salih Tuna’dır. Dünkü yazısında şöyle demiş: “Müstevliler dün ‘dinle’ kandırıyorlardı bugün Atatürk’le kandırmaya çalışıyorlar. O kadar ki, Çölaşan başta olmak üzere Sözcü’nün o çok ‘Atatürkçü’ yazarları PKK yandaşı partiye açıkça oy istiyorlar.
Ne ki az kaldı, bunların da oyunu bitecek.”
Nasıl bitecek?
Belli ki bu ağzı bozuk Havuzcuya bildirmişler: Telaş etmeyin HDP’yi baraj altında boğacağız. O da duyduğu bu martavala inanmış “Az kaldı” diyor.
Ama konu bu değil.
Konu Sözcü gazetesi yazarlarının “baraj” tehdidi karşısında takındıkları tutum. Geçtiğimiz gün bu gazetenin en popüler yazarı Yılmaz Özdil, Veli Saçılık’ın “biyografisi” diyebileceğimiz öyle bir yazı yazdı ki, gazetenin ulusalcı okuyucuları moda tabirle söyleyecek olursak “duygusal bir kırılma” yaşadı. HDP’nin yüz miting ve konuşmayla yapamayacağını bu yazı yaptı.
Neden böyle oluyor?
Çünkü HDP Türkiye’nin gerçeği ve en “bağnaz ulusalcı” bile şu seçim eşiğinde bu gerçeğin bilincine vardı.
Daha önce başka partilere ve daha çok da CHP’ye oy veren aileler, neredeyse bir seçim uzmanı gibi ince ince hesaplarla, “CHP’ye milletvikilliği kaybettirmeden” aile içindeki oyları CHP ile HDP arasında paylaştırma hesapları yapıyor. Köy Enstitüleri günlerinde çok kullanılan bir Anadolu “dayanışma” terimiyle, millet “imece” usulüyle “demokrasi tarlasında ürün toplama” yoluna koyuluyor.
Bilineni bildirme sanatı: Yazarlık
Cumhuriyet’te Ayşe Yıldırım üst üste ilginç yazılar yazıyor. Dünkü yazısı Selahattin Demirtaş üstüneydi. Bizlerin bile “bilincine çıkmayan” bir gerçeği “bilince çıkardı.” Yıldırım şunları yazdı: “Erdoğan şu günlerde yaptığı tüm konuşmalarında: “O bunun hesabını verecek. 53 Kürt kardeşimi, Yasin Börü kardeşimi katletmenin hesabını verecek. Elinde 53 kişinin kanı var.”
Yıldırım bu “algının” nasıl yaratıldığını ve ardından Erdoğan’ın “promterinde” büyütüldüğünü açıklıyor: “11 Ekim 2014’ten itibaren tam 48 gün boyunca 763 tane köşe yazısı yazılmıştı hakkında. Hepsi de ‘Katil Demirtaş’, ‘Demirtaş’ın açıklamasıyla sokağa dökülen halk 53 kişiyi katletti’, ‘Yasin Börü’nün katili’ diyordu.
Sonra da kesintili olarak devam etti bu köşe yazıları. Dört yıl sonra bugünlerde seçim öncesi yeniden yoğunlaşmaya başladı bu yazılar.”
İyi bir yazı okuru şaşırtmalı. Ayşe Yıldırım hiç kimsenin hatırlamadığı bir “enstantene”yi yazısının başına alarak bunu başarıyor:
“Demirtaş anlatıyor:
‘Eşimle bir açık görüşte 6-8 Ekim’den söz ederken, demiştim ‘Çağrı yapmamış olmama rağmen özellikle beni hedefe koyuyor birileri’. Eşim de şaşırmıştı; ‘Yapmamış mısın çağrı?’ demişti. Çünkü eşimde bile bu algıyı oluşturmuşlardı. Ondan sonra dedim ki: Vay halimize. Sen de böyle inanmışsan Türkiye’yi ben nasıl inandıracağım?”
Şimdi benim gibi siz de soruyorsunuz: “Gerçekten de Demirtaş Erdoğan’ın ‘Kobane düştü düşüyor’ sözü üzerine iddia edilen çağrıyı yapmadı mı?” Yıldırım yanıtlıyor:
“6-8 Ekim olaylarının Demirtaş’ın halkı sokağa çağırmasıyla başladığı iddia ediliyor. Oysa böyle bir çağrısı yok. Onun için mahkemede ‘Çıkarın’ diyordu Demirtaş: Varsa böyle bir çağrım. Ama yok… 6-8 Ekim’de yaptığım çağrının yüzüme okunmasını istiyorum. Ben bulamadım çünkü… Çağrım nerede?”
Ve yazı perdeyi Demirtaş’ın şu sözleriyle kapatıyor: “Sırrı Süreyya Önder, saat başı İçişleri Bakanı Efkan Ala ile telefonda görüşüyordu. Ala, ‘Bizim kontrol edemediğimiz güvenlik güçleri var. Ama bu provokasyonu başka türlü el ele vermezsek engelleyemeyiz. Güvenlik güçlerinin içinde bir grup kontrol dışına çıktı’ diyordu.”
Kimin elinde kan var? “Kontrolden çıkan polisin mi, yoksa Demirtaş’ın mı?”
Yazı şu çağrıyla bitiyor: Ala artık konuşmalı…
Biz ekleyelem: Ama konuşamaz.
AKP ve Erdoğan 3. sırada mı?
Ve Ahmet Şık’ın TV ekranından şu sözleri, malum bir “Perinçekçi” iftirayı yerle bir edince, CHP seçmeni rahat bir nefes aldı. Bu iftira her seçimde temcit pilavı gibi seçmen masalarına servis edilen bir iftira: Güya HDP ikinci turda “çözüm vaadine” enayice kanarak, Erdoğan’a oy verecekmiş. Ahmet Şık şöyle dedi: “Köprüden önce son çıkış. Ve bu toplumsal mutabakatın şu an kamusal karşılığı var. Bana en çok merak edilen soru HDP seçmeni ikinci tura kaldığında Muharrem İnce’ye oy verecek mi diye soruyorlar. Evet verecekler. Ben Kürt seçmeni adına konuşmuyorum ama bir ortak akıl ve vicdan adına konuşabiliyorum. Çünkü HDP seçmeni olmayıp HDP’nin parlamentoda olmasının kıymetini bilen insanların gösterdiği teveccühe, olgunluğa HDP seçmeni aynı şekilde karşılık vereceğinden kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü kaygılarımız aynı.”
İşte bu açıklamanın ardından CHP’li seçmen aileler içinde “seçim tarlasından imeceyle demokrasi hasadı” öyle bir canlanmış ki, sormayın gitsin. Rekolte rekora gidiyor.
Bu seçim kampanyasının sonunda ne olursa olsun, isterse AKP seçimi “oy hileleriyle” alsın, Türkiye’nin “tek adam” karşıtı muhalefeti tek cephede birleşmiş olacak. Bu birleşik güç seçimi de kazanır, kazanmadığı durumda artık meşru olmayan “iktidarını” Saray ister OHAL’le, ister BUHAL’le olsun öyle kolay ayakta tutamaz.
Yukarıda ihtimaller üstüne konuştuk. “Kazanabilir de kaybedebilir de” dedik. Ama işin gerçeği şu ki, AKP artık azınlığa düşecek. Erdoğan kesinlikle ikinci tura kalacak. Ve ikinci tura muhalefetten hangi aday olursa olsun, örneğin diyelim ki İnce olsun, yüzde elliyi geçecek.
Çok iyimser bir yorum diyorsanız, Korkusuz yazarı Can Ataklı’nın yazısını okuyun derim. Çünkü bu yazıda “AKP’nin ve Erdoğan’ın 24 Haziran gecesi “üçüncü sıraya” düşebileceğinden söz ediliyor.
‘Lale devri’ özlemi
Hürriyet “hürriyetinden oldu”. Vaktiyle Aziz Nesin bu “yarı devlet” gazetesini “Zürriyet” diye ti’ye alırdı. Sonra gazete elden ele geçti. Sonuçta “Sarayın havuzunda” sizlere ömür. Bırakın “hürriyetini”, “zürriyetini” bile yitirdi.
“Ölü gazetenin ölü yazarları” şu sırada klavye üstünde patinaj yapmakta. Düne kadar yazdıkları “eleştiri” yazıları buhar olup uçtu. Demirören’in demir yumruğu tepelerinde.
Öyle olunca yazarlar “mesleki beyin kanamasından” felce uğramış durumda.
İşte anlı-şanlı “Amiral Gemisi’nin kaptanı” Ertuğrul Özkök. Ahmet Hakanlaşmış. “Hem nalına, hem mıhına” vurarak, “tahteravalli”de bir aşağı bir yukarı zıplıyor ve okurla dalga geçiyor.
Dünkü yazısında “hem iktidarın promperinden, hem de muhalefetin kürsülerinden, ikisinin de hançerelerinden” şikayetçi.
Neden şikayetçi:
Çünkü iktidar ve muhalefet…
Halkın…
“Zevk alma hakkını” dile getirmiyormuş.
Ve şimdi şunu yapmanın zamanıymış:
“Artık hepimizin “zevk alma hakkını” iktidarın prompter’larına, muhalefetin kürsülerine, hançerelerine” yazmalıymışız…
Nasıl Özkök’ün bu yazısından “zevk aldınız mı?”
Özkök Nef’i olmuş kaside yazıyor: “Gül devr-i aşk eyyamıdır-Zevk u safa hengamıdır”…