31 Mart yerel seçimlerine giderken “sosyal yardımlar”, partilerin ve adayların seçim vaadleri içinde -daha önce hiçbir yerel seçimde olmadığı kadar- öncelik haline geldi. Sosyal yardım vaadlerinin en başında ise emeklilere yönelik destekler yer alıyor.
Sosyal yardımların seçim çalışmalarında yoğun olarak dillendirilmesi, yardıma muhtaç hale gelenlerin sayısındaki artışın; başka bir ifadeyle yoksulluğun vardığı düzeyi de gösteriyor. Emeklilere yönelik sosyal yardım vaadlerinin öne çıkması ise “yaşlandığında ele güne muhtaç olmamak için yıllarca emeklilik primi ödeyerek emekli aylığını hak edenlerin, bu aylıkla temel ihtiyaçlarını bile karşılayamadığı” anlamına geliyor. Aslında halen çalışmakta olanların durumu da emeklilerden çok farklı değil. Ücret karşılığı çalışanların yarıdan fazlasının asgari ücret civarında bir gelirle geçinmeye çalıştığı, bu ücretinse açlık sınırının bile altında kaldığı düşünüldüğünde, emeklilerin yanı sıra çalışan yoksulluğunun da göz ardı edilemeyecek bir sorun olarak ortada durduğu görülüyor.
Dezavantajlı kesimlerin (engelliler, göçmenler vs.) yanı sıra, emeklilerin ve çalışanların en temel ihtiyaçlarını karşılaması için bile yardıma muhtaç hale gelmesinin baş sorumlusu, hiç kuşkusuz 22 yıldır ülkeyi yöneten AKP iktidarıdır. Mehmet Şimşek’in yönetiminde uygulanmakta olan politikaların bu günleri de aratacağını, yoksullaşmanın AKP iktidarı döneminin de zirvesine ulaşacağını öngörmek kehanet olmasa gerek. Bu gidişi engelleyecek politikalar üretemeyen muhalefet partilerinin ve bağımsız adayların yanı sıra AKP’nin de -mevcut durumun sorumlusu olduğunun üzerini örtme çabasıyla- sosyal yardımları seçim vaadlerinin en başına oturtmasının nedeni bundan değil midir zaten?
Halen yürürlükte olan Anayasa’da da yer alan sosyal devlet ilkesi,“ülke sınırları içinde yaşayan her kişinin düşkün/muhtaç duruma gelmesini engelleyecek önlemleri alma görevi”ni devlete yükler. Devlet ülkede yaşayanların, “kendisini ekonomik ve sosyal olarak güvende hissedebileceği bir sosyal güvelik sistemi”nin kapsamı içinde yer almasını sağlamakla mükelleftir. Sosyal yardıma gereksinim duyulduğu hallerde ise bu, hayırseverlik çerçevesinde bir lütuf olarak değil; hak temelli bir düzlemde ele alınmalı, hukuki bir zemine oturtulmalı ve ihtiyaç sahiplerine eşitlik ilkesi esas alınarak sunulmalıdır. Aksi taktirde sosyal yardımlar, sosyal eşitlik ve sosyal adalet sağlayamadığı gibi eşitsizlikleri arttıran bir işlev görebilir.
Özellikle demokrasinin ve yurttaşlık bilincinin gelişmediği toplumlarda siyasetçiler, “hak” olmak yerine bir “lütuf” haline getirdikleri sosyal yardımları, kamu kaynaklarının oy karşılığında yandaşlara aktarıldığı bir ayrıcalık yaratma alanı olarak görmektedir. Bugün AKP iktidarı başta olmak üzere muhalefet partilerinin ve bağımsız adayların birçoğunun seçim vaadlerinde de yer alan bu durum literatürde “klientalizm” olarak kavramlaştırılmıştır.
Siyasi otoritenin birtakım hizmetler ya da mallar karşılığında, siyasal destek talebinde bulunması anlamında kullanılan klientalizm, siyasi iktidarların, kendilerine oy vererek onları iktidara getiren ve iktidarın devamını sağlayanları zaman zaman ödüllendirip kendilerine bağımlı hale getirmeyi amaçladığı, kendilerine oy vermeyenleri ise dışlayarak ve destek vermedikleri için onları cezalandırma yoluna başvurduğu bir anlayış olarak özetlenebilir.
Muhtaçlık, yoksulluk, sosyal dışlanma, etnik ve dini farklılıklar gibi unsurlardan beslenen siyasi iktidarlar klientalist politikalarla yoksulluğu gidermek yerine, yoksulluğu yöneterek iktidarlarının devamlılığını sağlamaya çalışır. Dolayısıyla sosyal yardımları politik hedeflerin bir unsuru haline getiren klientalizmle hak temelli sosyal yardım anlayışından uzaklaşılır, toplumsal katmanlar arasındaki eşitsizlikler derinleşir.
Türkiye’de siyaset kurumunun sosyal yardım meselesine yaklaşımı, genellikle “klientalist politikalar” çerçevesinde şekillenmiştir. Bunun en bariz örneği, AKP’yi kuran ve yöneten kadroların da içinden geldiği Milli Görüş geleneğinin sosyal yardım anlayışıdır. ”1980 sonrasında devletin neoliberal politikalarla sosyal politikaları terk etmesinin karşısına, yerel düzeyde -inanç temelli- sosyal yardımı içeren bir programı çözüm olarak ortaya koyan bu anlayış, -daha sonra AKP’yi kuracak kadroların belediye başkanlıklarını kazandığı- 1994 yerel seçimleri sonrasında İstanbul ve Ankara başta olmak üzere birçok belediye tarafından uygulanmıştır. Milli Görüş Belediyeciliği adı altında uygulanan klientalist politikalar, AKP’ye tek başına iktidara gelmenin yolunu açtığı gibi 22 yıllık iktidarın da temel taşlarından biri olmuştur.
31 Mart seçimlerine giderken, halkın önemli bir kısmını sosyal yardıma muhtaç hale getiren politikaları sorgulamadan, bu politikaların alternatiflerini ortaya koymadan sosyal yardım vaadinde bulunanlar -AKP gibi- klientalizmin takipçileridir.
Toplumsal eşitsizliklerin, yoksulluğun, yoksunluğun ortadan kaldırılabilmesi vaadlerle değil; en başta -yerel seçim sürecinde pek de dillendirilmeyen- demokrasinin tesis edilmesiyle olur. Demokrasi ise seçim sandığından ziyade yaşamın her alanında sürdürecek uzun erimli ve birleşik bir mücadeleyle kazanılabilir!