Kitlelerin nabzını okuma olanağı bulunanlar dışında herkesi “şaşkın” bırakan yerel seçimlere dair “Mayıs genel seçimlerinin üzerinden 10 ay gibi kısa bir süre geçmişken ne değişti de sandıkta böylesine farklı bir sonuç çıktı?” sorusu etrafından şekillenen analizler devam ediyor. Bu analizlerin hemen hepsinin kesiştiği noktalardan biri mevcut iktidar blokunun kutuplaştırıcı siyasetinin önemli bir kırılma yaşamasında nelerin etkili olduğu, bu kırılmanın derinleştirilip derinleştirilemeyeceği, daha doğrusu bunu nasıl derinleştirebileceğimiz noktalarında toplanıyor.
Hemen herkes, AKP’nin yıllar içinde oluşturduğu ve hayli katılaştırdığı düşünülen kutuplaşmadaki kırılmanın -düzey ne olursa olsun- toplumsal yapıda, ilişkilerde yeni bir dönemin kapısını araladığının farkında. Bu kırılmada mevcut kriz koşullarının büyük payı olduğu açık. İktidarın uluslararası konjonktürün de basıncıyla içinden çıkılmaz hale gelen bu krizin faturasını işçi ve emekçilere ekonomik-sosyal-siyasi yıkım olarak ödetirken mahkemeleri-kolluğu-teşvikleri-hibeleriyle sermaye kesimlerini her açıdan kayırarak sınıf kimliğini alenen ortaya sermesinin emekçi bölüklerde yarattığı bilinç ve sorgulama birikiminin önemli bir faktör olduğu ortada. İşçi sınıfının orada, burada süren her direnişi bu sorgulama ve birikime ebelik etmiştir, derinleştirilecek nokta da burasıdır. Yine Filistin konusundaki ikiyüzlü siyasetin teşhirinin bizzat kendi tabanında onun gerçek kimliğini sorgulamada önemli bir katalizör olduğu açık.
Toplumsal kutuplaşmayla sınıfsal olanın üzerinin katmanlı bir şekilde perdelendiği koşullardan çıkışın açık ipuçlarını gördüğümüz bu süreçte devrimciler, sosyalistler olarak bizler bu olanağı nasıl değerlendirmeliyiz mevzusuna gelip dayanıyor bütün sorularımız.
Tam da bu noktada Genel-İş’in örgütlü olduğu ve CHP’nin arka bahçesi haline geldiği belediyelerdeki öncü, direnişçi işçi dinamiklerini sönümlendirmek için elinden geleni yaptığı belediyelere değil ama AKP’li belediyelerde olup bitenlere bakmakta fayda var. Hak-İş’e bağlı Hizmet-İş’in örgütlü olduğu ve şimdiye kadar işçileri de kutuplaştırılmış siyasetin bir parçası haline getirdiği AKP’li belediyelerde seçimlerden önce başlayan süreç, sonrasında da şimdilik lokal kalıp soluğu tam bir kazanıma yetmese de devam ediyor.
2023’ün Ağustos’unda Mamak, Keçiören, Esenler Belediyelerinde işçiler, kutuplaştırma siyaseti ve sendikanın kurduğu ideolojik hegemonyayı kırarak fiili direnişler yapmıştı. İş bırakarak hizmet üretmeyen işçiler bir anda büyük bir şaşkınlık yaratmıştı (!) Arkası Kayseri’yle başlayıp Trabzon’la devam eden istifa dalgasıyla gelmişti. Hizmet-İş’ten istifa ederek de işçiler aslında fiili bir direniş sergilemişti.
AKP’li belediyelerdeki bu işçi kıpırdanışları dinmedi. İşçiler, 2024 yılının Mart ve Nisan aylarında Altındağ Belediyesi’nde ücret eylemleri yapmıştı. Karşılarında sendika parti, sosyal ilişkileri, Ankara Büyükşehir Belediyesi, polis vardı. O direnişlerle ek zammı kabul ettirmişlerdi.
Seçimlerden sonra belediye, başkanı farklılaşarak yeniden AKP’ye geçti ve yeni belediye başkanı daha koltuğa oturmadan işçilerin kazandığı ek zammı gasbetti. Birkaç ay öncesine kadar direnişle hiçbir tanışıklığı olmayan işçiler, mart ve nisandaki ücret eylemlerinde edindikleri kültürle zaten yanlarında olmayan sendikayı bir kez daha aşarak fiili direnişe başladılar. Belediye yönetimi hızla kıyım sopasını devreye soktu. İşçiler kimsenin beklemediği bir kararlılıkla birliklerini bozmadan ve geri adım atmayacaklarının altını çizerek direnişi sürdürdü. Grev kırıcılarına karşı durmayı öğrenirken “Birimizi bile geride bırakmayacağız” diyerek sezgileri ve kısa süre öncesinde edindikleri sınıfsal refleksleriyle belediyeyi görüşme yapmak zorunda bıraktılar.
“Sonrası nasıl gelişecek, atılan işçilerin hepsi geri alınacak mı, ücret kesintilerinden vazgeçirecekler mi?” sorularına yanıt nasıl olursa olsun -ki, muhtemelen bir şekilde sönümlendirilecektir- Altındağ Belediyesi işçilerinin 4 gün boyunca çözülmeden sürdürdükleri direnişin kendisi bize yönümüzü dönmemiz gereken tarafı net bir şekilde gösterdi. Burada mesele işçi ve emekçi kitlelerde kutuplaştırma siyasetiyle aramıza örülen duvarların yıkılmaya başladığını görmekte.
Bunun kendisi bir özgüven ve devrimci motivasyon kaynağıdır. Kafası açık, işçilerle ilişkilenmekte ısrarla emek harcayan her devrimcinin bu atmosferde geniş işçi bölükleriyle dün olduğundan daha rahat ilişkileneceği, onlarla direniş içinden yol yürüyüp içeriden bir dönüşümün dinamiği haline gelebileceğinin görülebilmesidir mesele.
Toplumsal atmosfer bize bu fırsatı sunuyor, aslında öncesinden başlayan bir gerçeklik bu, şimdi daha açık hale geliyor. İşçi ve emekçilerdeki ideolojik şekillenmeler birkaç hamleyle kırılamayacak kadar derin elbette. Ancak o derinliğin birçok direnişte nasıl bir dönüşümle alt edildiğini de sayısız deneyimden biliyoruz.
Tam da bu noktada işçi ve emekçiler içerisinde eriyen ücretler ve derinleşen sefalet koşullarını merkeze koyan ısrarlı, istikrarlı bir çalışmanın sonuç getireceğine inanarak yol yürüme zamanıdır. İşçi bölüklerindeki gerici ön yargılara, yapay saflaşmalara, kışkırtılan düşmanlıklara aldırmadan ve tüm bunların alt edilebilmesinin yolunun da ısrarlı bir sınıf ve kitle çalışması olduğunu bilerek yürümenin…