İktidar, memleketin başka sorunu yokmuşçasına domates, biber, soğan, patates, patlıcan vb. zerzevatla; savaşın en basit maliyeti olan mermi fiyatıyla, 200 gramlık keyif çayı ve bez torba ikramları ile seçim çalışmaları yapıyor. Cumhurbaşkanı ve AKP genel başkanı sıfatıyla seçim çalışmalarını tek başına yürüten Erdoğan, yeni rejimin seçim standartlarını ortaya koyuyor. Giderek emekçi kitleler üzerinde etkisini artırmakta olan ekonomik krizi bile telaffuz etmekten kaçınan muhalefet, adeta panayıra dönüşen bu seçim oyununu izliyor.
Bu seçimde her şey başkanlık rejiminin tahkimi ve statükonun devamı üzerine kurgulanmış durumda. Bir yanda devletin tüm olanaklarını kullanarak rejimin yerel ayağını sağlamlaştırmaya çalışan AKP-MHP ittifakı. Bir yanda Millet İttifakı’nın iki ayağını oluşturan CHP ile İP’in statükoyu koruma çabası. Bu iki kampa karşı devrimci ve demokratik bir seçenek olarak yeni bir seçim stratejisi uygulayan HDP var. Siyaset yapması ve seçim çalışmaları anayasa ve yasalar askıya alınarak engellenen HDP’ye karşı AKP-MHP koalisyonunun siyasal izolasyonuna karşı muhalefet partileri sessiz kalarak rejime destek veriyor. Bize dokunmayan bin yaşasın mantığıyla kumkuma kuşu gibi susarak adeta sıranın kendisine gelmesini bekliyor.
Kuşkusuz siyasal arenada seçim her şey demek değil. Bir seçim başarısıyla ne devrim olur ne de düzen değişir. Rejimin demokratik görünüm altında sağlamlaştırılmasının klasik yöntemlerinden biri olan seçimler, egemen sınıflar ittifakına karşı, işçi, emekçi ve özgürlük güçlerinin kapitalizmi aşan, emeğin ve özgürlüğün sesi olan bir seçenek ortaya koyabilmesi bakımından önem taşır. Ancak seçim süreçleri konusunda Türkiye sol ve sosyalist hareketinin ideolojik ve siyasal olarak ortak bir kavrayışından ve yöneliminden söz etmek mümkün değil.
Türkiye’nin özgün koşulları “toplumsal meşruiyet” ile “yasallık” arasındaki çizgiyi belirsiz hale getirdiği için, sol ve sosyalist hareket bu ikilem arasında sıkışıp kalmış durumda. Sol liberalizm, Marksist tezleri çarpıtarak veya politik yaklaşımların arasına serpiştirerek kitlelerin özgürlük ve demokrasi özlemini oportünist ve revizyonist yaklaşımlarla belirsiz bir geleceğe erteliyor. Bu nedenle sol ve sosyalist hareket, sınıflar mücadelesi perspektifinden ve enternasyonal görevlerden, başka bir deyişle devrim, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinden uzaklaşıyor.
Seçim sonuçları için bir öngörüde bulunmak bu aşamada gerekli değil. Siyasette müneccimliğe yer yok. Ancak bu seçimlerde muhalefet partilerinin uyguladığı seçim stratejilerine uygun sonuçlar alınmayabileceği ihtimalini de düşünmek gerekiyor. İktidar bloğuna karşı ilkeli ve tutarlı demokratik bir bloğun oluşturulmaması, CHP’nin HDP’yi dışlayarak tek yanlı destek dayatması, yerel ittifaklarda partilerden çok kişisel niteliklerin etkili olması, merkezden atanan adayların tabanda tepki çekmesi ve birçok ilde devrimci ve demokrat seçmenin seçeneksiz kalması vb. olgular seçim sonuçlara üzerinde etkili olabilir. Bu bağlamda seçimlerden sonra muhalefet partileri, daha ağır siyasal ve örgütsel sorunlarla yüz yüze gelebilir.
Her şeyin seçimlere endekslendiği bir dönemde seçimden afaki beklentileri düşünmek yerine, seçim sonrası oluşacak siyasal konjonktüre kafa yorulmalı. Yerellerde seçimleri kazanmak, eski belediyeleri almak veya bunlara yenilerini eklemek, bir daha kayyum atamaların olmayacağı anlamına gelmiyor. Bu nedenle seçimlerden sonra da kayyumları devam etmesi, bu gayr-ı meşru uygulamaya karşı seçmenlerin meşru bir tepki göstermesi önem kazanıyor. Tepkisizlik halinde seçmenlerin bilinçsizliği, kitlelerin yılgınlığı, yerel yönetimlerden memnuniyetsizliği gibi gerekçeler bu kez yeterli olmayacak ve seçim stratejilerinin sorgulanması gerekecek.
31 Mart’a 38 gün kaldı. Bundan sonraki süreçte seçim faaliyeti iktidarın idari, hukuki ve siyasi yaptırımları ile sürecek. Bu aşamada YSK kanalıyla HDP adaylarının seçime katılmasının engellemesi ve sayımda hile yapılması, seçimin sonucu belirleyen en önemli etken olacaktır.