14 Mayıs seçimi her ne kadar cumhurbaşkanının kim olacağı, meclisteki çoğunluğu kimin alacağı üzerine kıyasıya bir mücadele gibi görünmüş olsa da, devletin derinlerinde 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası yeniden tahkim edilen müesses nizamın bozulmaması üzerine “plan” kurulduğu artık bir sır değil. Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim kazandığı bir denklemde, “Kürt hareketinin üzerindeki baskının azalacağı, HDP’nin (DEM Parti) kilit parti konuma geleceği ve korku imparatorluğunda delikler açılacağı” endişesi, RTE’yi devletin bir tercihine dönüştürdü.
14 Mayıs seçimini “plana sadık kalanlar” sayesinde kazanan AKP-MHP, DEM Parti’yi izole etme faaliyetlerine tam gaz devam ediyor. İzole etme operasyonu sadece devlet baskısıyla sınırlı değil. DEM Parti bileşenleri ve diğer devrimci demokratik örgütler arasında çatlaklar oluşturmak, Kürt hareketini her alanda yalnızlaştırmak, “sınır ötesinde” Kürt halkının herhangi bir statü kazanmaması için bütün gücünü kullanmak “planın” önemli bir parçasını oluşturuyor. Müesses nizam bütün boşlukları doldururken “yerli-milli sol” yaratma projesinin bir parçası olarak Kürt Hareketi’yle arasına mesafe koyanlara “devletin şefkatli yüzü”, omuz omuza olmakta ısrar edenlere ise “devletin acı yüzü” gösteriliyor. Doğu Perinçek’in Saray’a ilticası sonrası oluşan “milli-yerli sol” boşluğunu doldurma hevesine en çok TKP-Kemal Okuyan’ın heves ettiği hal ve hareketlerinden anlaşılıyor.
14 Mayıs genel seçiminin gölgesinde gerçekleştirilecek olan Yerel Seçim tarihi yaklaşmış olmasına rağmen birleşik bir muhalefet oluşturmak bir yana, Saray’ın seçmen kaydırma yöntemiyle seçim çalma girişimi bile gündem yapılamıyor. Sistem muhalefetinin, AKP-MHP’nin adaylarına benzer adaylar çıkararak adeta AKP-MHP’nin birer karikatürüne dönüşmesi, Saray’ın elini iyice güçlendiriyor. Saray Rejimi’nin ve onun makbul muhalefetinin gittiği yol elbette demokrasi güçlerini etkiliyor, ancak “kent uzlaşısı, birleşik mücadele, kayyımları yenme” vb. büyük iddialar ortaya atan devrimci-demokrat muhalefetin parçalanmışlığı esas sorun olarak ortada duruyor.
Saray Rejimi, yerel seçimde muhalefetin parçalanmışlığından faydalanarak Batı’da ezici bir zafer kazanmayı, kayyımlarla gasp ettiği Kürt belediyelerini subay-polis-memur ikamet kaydırmalarıyla hileli bir şekilde yeniden gasp etmeyi istiyor. Saray’ın Batı’da ve Kürt illerinde uygulamaya çalıştığı bu plan amacına ulaşırsa eğer halklara karşı ekonomik, siyasal büyük bir saldırı dalgası başlatılacağını biliyoruz. Bu saldırının ana doğrultusunun emekçiler, Kürtler ve devrimciler olacağı da aşikâr.
Saray’ın planlarını bozmak için “dâhiyane” bir yöntem yok ama “yerel demokrasi” hedefine bağlı kalarak kayyımları defetme kararlılığı, “kent uzlaşısı” ekseninde ortak iradi tutum birçok sorunun çözümü olabilir. İddialı sözler, birlik mesajları kendi başına bir anlam ifade etmiyor. Dilek, temenni sözlerinin ardına gizlenen pragmatik hamleler, Dersim, Hatay, Kadıköy vb. birçok yerde birlik ve ortak mücadele anlayışının geliştirilememiş olması demokrasi güçlerinin birliğini zorlaştırıyor.
İstanbul’da demokrasi güçlerinin gerçekleştirdiği “Kent Uzlaşısı” toplantılarına rağmen SMF’nin bir oldubittiyle F. M. Maçoğlu’nu TKP’den Kadıköy Belediye Başkan Adayı olarak ilan etmesi bu süreçte “Ne Yapmamalı?” sorusunun cevabını içeriyor. SMF, “devletimizin yanındayız” bildirisi yayınlamaktan çekinmeyen “yerli-milli TKP”ye alan açarak Kürt hareketiyle sosyalistler arasına mesafe koyma tuzağına bütün uyarılara rağmen düşüyor.
Saray Rejimi topyekûn fiili-ideolojik saldırı hazırlığı yaparken, azami sayıda belediye kazanmakla sınırlı dar bir ufuk ve günü kurtarma siyaseti miadını dolduruyor. Saray’daki hesabı sahada bozmaya odaklanmak, ideolojik tasfiyeciliğe karşı sağlam duruş… Zor ama asla imkansız değil.