Gelin hepimizin kabul ettiği basit bir gerçeği hatırlayalım:
Kimimiz bu rejime faşist, kimimiz otokratik, kimimiz bir başka sıfat eklesek de hepimiz “tek şef” rejimi olduğunda birleşiyoruz.
O halde geçmiş seçimlerde ne olup bittiğiyle ilgili hikayeleri bir yana bırakıp, İnönü’nün “tek şef” rejimini sona erdiren seçime odaklanalım. Bugün tasfiye edilmek istenen rejim ne kadar “tek şef” rejimi ise o zamanki rejim de o kadar “tek şef” rejimi değil miydi? Zaten bu seçim de o seçimin yapıldığı 14 Mayıs gününde yapılacağına göre böyle bir odaklanma özellikle Altılı Masa partileri için öğretici olacaktır.
Öğrenmeleri acil bir meseledir. Çünkü Altılı Masa seçimlere tıpkı 1946 yılında yapılan “hileli”, hatta “açık oy, gizli sayım” gibi sakil bir uygulamayla sonuçlanan seçime benzer bir seçime değil de, 1950 seçimine benzer bir seçime hazırlanıyor gibi çok rahat. Onların rahatını kaçırmalıyız. Eğer bu kafayla giderlerse, önümüzdeki seçim 1946 seçiminden beter bir seçim olacak.
İsmet Paşa’nın “tek şef” rejimine nasıl son verildi? Şöyle: 1946 seçimlerinden sonra Demokrat Parti liderleri, ”tek şef” rejiminde demokratik bir seçimin, ancak mevcut rejime onu caydırıcı bir ultimatom vermek yoluyla gerçekleşebileceğini gördüler. Demokratik bir seçimin gerçekleşmesi için birtakım şartlar öne sürdüler, bu şartlar gerçekleşmediği durumda, TBMM’den çekileceklerini, “sine-i millete döneceklerini” 1947 yılında ilan ettiler.
Bu meydan okuma, Başbakan Recep (hay Allah yine Recep) Peker’in “halen İstiklal Mahkemeleri mevcuttur” tehdidine rağmen sonuç verdi. Recep Peker tasfiye edildi. İsmet Paşa önce partisiz Cumhurbaşkanlığını kabullendi, arkasından yayınladığı ünlü bir açıklama ile 1950 seçimlerinin hilesiz yapılacağına söz verdi. Böyle de oldu. “Tek şef” rejimine karşı seçimler, DP’nin “programındaki vaatlerle” değil, işte bu “meydan okumayla” kazanıldı.
Çıkarılacak biricik ders şudur: “Mutabakat” yaptığınız bin küsur vaatle halkın desteğini kazanabilirsiniz, ancak, “tek şef” rejiminin Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Seçim Kurulu eliyle yapmayı düşündüğü “sivil darbeyi” önleyemez ve seçimleri kazanamazsınız.
Kazanmak için ilk iş, şimdiden HDP’yle anlaşarak kazanacak olduğunuz halk çoğunluğunu “sivil darbeye” karşı uyarmaktır. İkinci iş, Anayasa Mahkemesi’nin HDP’yi kapatarak, Yüksek Seçim Kurulu’nun da Erdoğan’ın üçüncü defa adaylığını onaylayıp, seçimi kaybettiği halde “adam kazandı” diyerek yapacağı “sivil darbe” durumunda Altılı Masa partilerinin ve HDP’nin “sine-i millete” döneceğini ilan etmektir. Rejimi halk çoğunluğu ile karşı karşıya bırakmaktır.
Koşullar şunu gösteriyor: Ekonomisi çökmüş, halk çoğunluğunu kaybetmiş, dünyada tecrit olmuş, Kürt özgürlük hareketine karşı savaşı kaybetmek üzere olan rejim, halkın direnişini bastıramaz. Sinan Ateş cinayetinin gösterdiği gibi, Soylu’nun, daha şimdiden polis teşkilatındaki egemenliği sarsılmış, devlet bürokrasisi içinde ayrışmanın ilk işaretleri ortaya çıkmış, sonucu değiştirmese de, Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi’nin başına kendi adayı Fidan’ı getirmesi bile gerçekleşememiştir. Türkiye’nin böyle bir “sivil darbe” gerçekleştiğinde NATO’dan dışlanma ihtimali büyümüş, bu durumun ordunun içindeki çelişkileri keskinleştirmesi kaçınılmaz olmuştur.
Bu da gösteriyor ki, muhalefetin, tıpkı DP liderleri gibi, “sivil seçim darbesine” karşı “sine-i millete çekiliriz” diyerek rejime meydan okuması Erdoğan ve ekibinin kullanmak istediği AYM ve YSK bürokratlarını caydırabilir. Asker ve sivil bürokrasideki ayrışmayı hızlandırabilir. Rejim dünyanın ve bölgenin bugünkü büyük tehlikelerle dolu olduğu, ekonominin seçim sonrasında çok daha büyük krizle sürükleneceği koşullarda, halkın “sivil ve barışçı” direnişini şiddetle bastırmayı göze alamaz. Çünkü böyle bir macera yalnız iktidarı değil, Türkiye Cumhuriyeti’ni, işte asıl o zaman “beka” sorunuyla yüz yüze getirir.
Demek ki bu seçimi, sivil darbe güçlerini caydırarak kazanmak mümkündür.
Ancak İyi Parti’nin son günlerdeki “mızıkçılığı” akla netameli ihtimalleri getiriyor. Acaba İyi Parti bu “sivil darbe” hazırlığının Altılı Masa’daki ayağı mı? Akşener Erdoğan’ın yeniden başkan olması durumunda, MHP’nin yerini almayı ve AKP ile koalisyon kurmayı mı hesaplıyor? Gerçek “restorasyon”, yıpranmış diktatöre, işi bitmiş Bahçeli’nin yerine Akşener gibi taze bir “ülkücü” kanı aşılanarak mı gerçekleşecek?
İyi Parti böyle bir hesap yapıyorsa, Altılı Masa “beşli masaya” dönüşmekle kalmaz, “sivil darbeyle” Erdoğan yeniden Başkan olur, İyi Parti-AKP koalisyonuyla da TBMM’de kazanılan “çoğunluk” anında azınlık halini alır. Hem başkanlık, hem de Meclis çoğunluğu sandıkta kazanıldığı halde YSK’da ve İyi Parti binasında hepten kaybedilir. Akşener değilse de, devlet aklı böyle çalışıyor olabilir.
Belki şimdiden “Yeter, söz milletindir” sloganındaki “beş parmaklı avuç içi” gibi “beş ayaklı” bir masa tasarlanabilir? Eksikliği Kürt halkı kesinlikle giderecektir.
Özetle, bu yazı, “bu seçim kazanılamaz” düşüncesinden uzaktır. “Seçim nasıl kazanılır” ve “seçim nasıl kaybedilir” sorularını yanıtlamaya çalışmıştır.