Seçim atmosferine girdiğimiz şu günlerde iki cepheye bölünmüş siyasi partilerde hummalı bir faaliyet var. Cephenin biri, -ki kendine “Cumhur İttifakı” diyor- kendi içinde az çok tutarlı görünüyor, ırkçı, dinci, kendinden olmayanı ihanetle, yerli ve milli olmamakla suçlayıp her türlü ayrım ve ötekileştirmeden çekinmiyor. Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi’nden oluşan bu grup, tüm siyasetini tek adam rejimini ne pahasına olursa olsun sürdürme hedefine kilitlemiş.
Daha çok kısa zaman öncesine kadar kadar birbirleri hakkında en hakaretamiz sözleri söyleyen, her türlü suçlamada bulunan sayın Bahçeli ve sayın Erdoğan, temeli düşmanlık derecesindeki Kürt aleyhtarlığına dayanan bir ittifak kurdular. Politikalarını içte ve dışta Kürt halkına savaş açma üzerine bina ettiler.
Ekonomideki kötü gidişi iç ve dış düşmanların kumpas ve manipülasyonlarına bağladılar. Dört liranın altındaki doların yedi lirayı geçtikten sonra beş buçuk, altı liraya inmesini, tek haneli enflasyonun yüzde kırkbeşe dayandıktan sonra zorunlu fiyat ve vergi indirimleriyle yüzde yirmi-yirmibeş arasına inmesini başarı saydılar.
Şimdilerde iki lider, belediye başkanlıkları üzerinde zorlu bir pazarlık yürütmektedirler. Bahçeli, kazanamayacağını bildiği için İstanbul, Ankara ve İzmir illerinde AKP adayını destekleyeceğini bir iki vazgeçmeden sonra tekrar deklare ederek iktidar hedef ve hayallerinden vazgeçti. Karşılığında birkaç ilin büyükşehir belediye başkanlığını istiyor. Son haberler ise İstanbul’da sayın Binali Yıldırım’ın aday olup kazanması halinde boşalacak TBMM Başkanlığı’nda ısrarcı olduğu yolunda. Tabii öyle bir durumda seçimden sonra AKP’nin bizim Elbistan deyimiyle “süllümden indim, sözümden döndüm” diyebileceğini sayın Bahçeli’nin de ihtimal dışında tutmayacağını sanırım.
Tek başına seçimlerde hezimete uğrayacağını gören AKP ise tek adam rejiminin getirilmesinde kendine en büyük desteği veren MHP’nin istekleri karşısında bunalmış görünüyor. Yargıyı, bürokrasiyi, orduyu, medyayı, birçok sözde sivil toplum kuruluşunu tek elden idare eden sayın Erdoğan, iktidar partisinin tüm şehirlerde seçime girmemesinin yaratacağı olumsuz havayı nasıl dağıtacağını hesaplayarak Bahçeli’nin isteklerini en azla geçiştirmeye çalışmaktadır.
Bir söylediğinin tersini ertesi gün söylemekten kaçınmayan, belediyelerde yirmi beş, hükümette on altı yıllık iktirarını, tüm olumsuzlukları başta tek parti dönemi olmak üzere kendinden önceki iktidarlara yükleyerek ve savaş politikalarına, Kürt düşmanlığına hız vererek sürdüren AKP ile Kürt düşmanlığında ondan geri kalmayan MHP arasındaki bu işbirliğinin devam edeceği, buna mecbur oldukları görülüyor.
Muhalefet cephesine gelince, dağınıklığın daha çok olduğunu görüyoruz. İlkesiz, karşılıklı güvenden uzak ve her kafadan bir sesin çıktığı bir ortamla karşı karşıyayız. Ortak muhalefet niyetleri olan CHP ve İYİ Parti, bezirgân pazarlığı yapmaktalar. İYİ Parti, Ankara’da 2014’te CHP’den aday olmuş sayın Mansur Yavaş’ı, kendi adayı olarak göstermek istiyor. CHP de daha önce de adayları olan sayın Yavaş’ta ısrarlı. Sayın Yavaş ise ilkeleri bir yana bırakarak “babam beni kime verirse onu alırım” havasındaki köylü kızı gibi iki arada bir derede kalmış durumda.
Kürt illerinde her iki partinin bir iddiası olmadığı için pazarlık, ülkenin batısı üzerinde yürüyor. Ancak büyük şehirlerdeki HDP oylarını hesaba katmazlarsa, seçim alamayacakları anlaşıldığından bu oyları HDP’yi kâh görmezden gelerek, kâh yalan ve iftiralarla kötülemeye çalışarak Kürt oylarını almayı hesaplamaktalar. Son olarak İYİ Parti Gaziantep Milletvekili Ümit Özdağ’ın TBMM’de HDP’nin MHP ve AKP ile aynı paralelde oy kullandığı yolunda tamamen gerçek dışı ve yalana dayalı sosyal medya hesabından yayınladığı tabloyu, CHP’nin milletvekilleri ve belediye başkan adayları yalan olduğunu bile bile tekrarlamışlardır. Çamur at izi kalsın tarzındaki bu ahlak dışı tutum, muhalefetin AKP karşısındaki en büyük zaafı olacaktır. HDP’nin kendi meclis adaylarına oy vereceğini, az oy alacağını düşündüğü yerlerde de ilkeli en güçlü muhalifi destekleyeceği intibaı veren tutumuna rağmen her iki partideki bu HDP karşıtlığı, bu partiye oy veren altı buçuk milyon insanı yok saymak, onlara güvenmemektir.
Demokrasiden ve ilkeli muhalefetten uzak bu tavrın en önemli göstergelerinden biri de AİHM’nin sayın Demirtaş hakkındaki kararı, suç olduğunu bile bile uygulamayan Ağır Ceza Mahkemesi’nin tutumu hakkında en ufak bir fikir ileri sürülmemesidir. Gerekçesiyle hukukun tamamen rafa kaldırıldığını, iktidarın isteklerine göre hareket ederek siyasileştiğini ortaya koyan mahkemenin tutumuna sessiz kalan bir muhalefet partisinin ne demokrtalığına, ne solculuğuna ne de liberalliğine inanılır.