Alman hukukçu ve siyaset kuramcısı Carl Schmitt (1888- 1985) her açıdan özgün bir sima. Söyledikleri, söylemedikleri ve düşünce dünyası ile hala güncel kalmaya devam ediyor.
Nazi iktidarında baş hukukçu olan ve fikirleri ile bir dönemin kalbini delen bu isim, Nazilerin düşüşü sonrası tutuklanan ve yargılanan isimlerden biri oldu. Fakat bu süre zarfında da geri adım atmayarak, Nazizm ve bu düşüncenin yarattığı faşizmden sorumlu olamayacağını, sadece teorik fikirler ürettiğini söyledi. Özetle, Hitler’in o düşünceleri alıp kullanmasından kendisinin sorumlu olamayacağını ifade etti.
Schmitt’in siyasal teoloji, dost-düşman, egemen/lik, istisnai hal ve şiddet üzerine söylediklerine dair yoğun bir literatür var. Öyle ki bu kavramlara dair tartışmalar da durmak bilmiyor.
Başlarken de Schmitt güncel dedim. Bu yazının da amacı bu güncelliğe vurgudur.
Peki hangi bağlamda güncel?
Türkiye’nin içinden geçtiği ve biraz daha yol alarak tam varmak istediği faşizan-totaliter kurumsallık, tam da Schmitt’in söylediği, tarif ettiği haldir.
“AKP’nin 2016 sonrası rotası nedir? AKP’nin 2016 sonrası izlediği politik hat nedir?” şeklinde iki temel soru sorarsak, şahsen Carl Schmitt siyaset felsefesi derim…
Bu yazıda vurgulamak istediğim şey AKP’nin tamamen Schmittyen bir siyaset izlediği, Schmitt’in teorize ettiği çerçevelerin içinde yürüdüğüdür.
***
Schmitt bağlamında kısa bir AKP okuması iki tespit etrafında mümkün.
Burada daha çok siyasal teoloji üzerinden gideceğim.
Birincisi, “Modern devlet teorisindeki bütün önemli kavramlar, dünyevileştirilmiş teolojik kavramlardır.”
Ve ikincisi de, “Egemen, durumun kuraldışı olduğuna (istisnai hale) karar verendir.”
Schmitt’te amaç bir çeşit ‘kurtarma’ hareketidir. Modern dünyadaki bireyin bir bunalım/çıkmaz içinde olduğunu, bunun varoluşsal tahribatlara yol açtığını düşünüyordu. Bu gediği kapatabilmek açısından siyasal bir ‘gösterene’ ihtiyaç duyulduğunu da iddia ediyordu. Buna bağlı olarak olası tüm kaos durumlarına da anında müdahale edecek ve o varoluşsal krizlerin önüne geçecek bir gücün nasıl olabileceğini formüle etmek temel dertlerindendir.
Schmitt, modernizmin yarattığı kaostan çıkışı, modern dünya gerçekliğini de gözeterek bir çıkış yolu ararken siyasal teolojiye gider. Öyle bir düzen olsun ki bireyler kendini güvende hissetsin. Bir kaos olduğu düşüncesine (belki de kaosun yaratılarak) el koyma ve bunun üzerinden gelerek meşruluk elde etme çözümü aranan formüldür. Schmitt bunu ‘egemenlik’ üzerinden bir okuma ile siyasal teoloji alanına çeker. Siyasal teoloji/ilahiyat’tan kasıt siyaset-din ilişkisi değildir. İktidar ve kutsallık arasındaki simbiyotik bağdır. Üstün bir güce, egemene şaşmaz şekilde itaat etme, inanma halidir. Böyle bir kişinin varlığı, modern dünyanın çizdiği tehlikeleri göğüsleyebilecek, arzulanan güven-otorite ve inancı verecektir.
AKP’nin ilk dönemleri daha liberal takıldığı zamanlardır. AB, insan hakları gibi gündemler konuşuluyordu. Düzenlemeler mevcuttu. Düzen ve istikrar üzerinden bir söylem ve güven inşasına gidilmişti. Devam eden yıllar içinde, ki 2009 önemli bir kırılma anıdır, daha muhafazakâr tonlara, oradan da katı bir Türkçülük sınırına geçişini ibretle izledik. Şimdi ‘egemen’ diskuru ile tamamen katı bir inkâr ve şiddet sarmalından egemenlik işleyişinin peşindedir. AKP siyasal düzeni yeniden keşfetti ve buna göre bir yol izledi. Vardığı sonuç; düzenin yasalar üzeri bir yerde olduğu ve hukuk yoluyla hukuksuzluğun icrasıdır.
Daha da önemlisi, ayırdına vardığı şey sınırları belirleyen olarak ne kadar sınırın dışında olursa o kadar sınırı belirleyeceği gerçeğidir. Bu tam da Schmitt’in de egemen(i)liği tarif ettiği sahadır. Schmitt, gerektiğinde düzeni geçici olarak askıya alabilme iradesine egemenlik demektedir.
AKP-Schmitt meselesine dair bir diğer ara başlık, Schmitt’in Komiseryal ve Egemen diktatörlük olarak tarif ettiği durumlardır. Komiseryal diktatörlük daha çok mevcut düzen ve onun tehdit sınırları ile ilgilidir. Bir kriz anında olağanüstü hâl ilan etmek bu kapsamda değerlendirilebilir.
Egemen diktatörlük ise daha farklıdır. Burada mevcut düzenin ortadan kalkması, yerine yeni bir düzenin ikame edilmesi vardır. Nomos, kaynağını gelenekten alan yasa ile Gesetz, kaynağını bildiğimiz hukuktan alan yasa üzerinden düşünmemizi salık veriyor Schmitt.
Bu iki ‘yasa’ üzerinden de AKP düşünüldüğünde, tam da mevcut düzenin ikili yapısı net olarak çıkar (Frankel’in ikili devlet yapısından kısmen farklı). Nomos belirleyicidir. Gesetz nomos’suz bir hiçtir. Dikkat edilecek olursa AKP ve aveneleri tarafından yoğun şekilde bu ikili kıskaca alınıyoruz. Nomos’u meşrulaştırmak ve otoriteyi tekleştirmek için olabildiğince gesetz yani pozitif hukuk sınırlarında görünür. Siz ona nomos dediğinizde o gesetz, siz ona gesetz dediğinizde o nomos ile gelir. Bu şaşmaz şekilde devam etmektedir.
Bu çerçevede yasa koyucu ile yasa kurucu öznelliğini yaratmış durumdadır bu kötülük rejimi.
Kanımca şu evrede kaçınılmaz olarak AKP hem komiseryal hem de egemenlikçi diktatörlüğü sürdürmektedir. Sadece duruma ve durumun önemine göre bazen birbirlerinin önünde hareket etmektedirler. Asıl mevzu ise egemenlikçi olandır! Her şey ama her şey ona varmak, onu tam olarak meşrulaştırmak içindir.
***
AKP, yarattığı düzenin her taraftan su aldığını görüyor. Bunun için ‘acil hareket etmek’ zorunda olduğunun gayet farkındadır.
İşte bu farkındalık ona dünyevi olanı kutsal olana feda etme cüreti veriyor. Ya da tam tersi kutsal olanı dünyevi olana feda etme kararlılığını.
AKP, egemenin aradığı mucize gibi, kendi mucizesini tüm toplumu bir grubun çıkarına feda ederek, tüm değer ve ahlaki normları bir an’a kurban ederek kendi mucizesini yaratma peşindedir, kısmen de bunu başarmış durumdadır.
Burada çok önemli bir ayrım olduğunu düşünüyorum.
AKP için aynen Schmitt’in de ifade ettiği üzere mucize egemende değil egemenliktedir. Kurucu iktidarını, şimdilik egemen yaratmaktan çok, egemenliğin tesisi üzerinden götürmeyi daha mantıklı buluyor. İktidarı ‘bölüşmeyi’ kabul etmesi bundandır. Yoksa Erdoğan, siyasal tipoloji olarak tam da ‘egemen’ kılıfının kendisine uyduğunu net olarak düşündüğü açık.
Burada topluma dayatılan her savaşın, düzenin askıya alındığı her anın direk ‘egemenliğin korunması’ üzerinden tarif edildiğini unutmamak lazım.
O anlamda egemenlik konusu ‘istisnai hale kara verebilme’ noktasında amentüdür.
İstisnai hal ve mucizenin benzerliği, oluşturulan hukukun da çıkmazı gibi zaman içinde oluşan kuralların zaman ve mekân bağlamında, beklenmeyen bir durum karşısındaki iptalidir.
Schmitt’in “Kaosa uygulanabilecek bir kural yoktur” deyişi, bugün kuraldışının tüm sınırlarını test etmeye çalışan ve bu normlarda cirit atan AKP’nin adeta anatomisidir. Özcesi, kuraldışında ve sınırın dışında kaldıkça kuralı belirlemek, sınırı belirlemek gerçek bir nimet ve siyasal manevradır.
Schmitt “İstikrarı bozulmuş kaotik bir ortamda siyasal düzen nasıl sağlanır?” sorusundan yola çıkarak siyasal felsefesini oluşturdu.
Bugün AKP’nin Schmitt’ten yola çıkarak, olmayan kaostan kaos çıkardığını da söylemek lazım.
Bariz bir yönü bu noktadır.
Schmitt’in çok ‘derin’ bir isim olduğu açık. Öyle ki kurduğu red mantığı, geçmiş ve gelecek arasında, zamanın ruhuna ters düşmemeye dikkat eden bir yerdedir.
Aklındaki siyasal arayışı çok dikkatli bir aksa yerleştiriyor. Nasıl bir şey tahayyül ettiğini bilen yerden söz kurduğunu söylemek pekâlâ mümkün.
Söylediklerinin canlı kalması ve hala yaşaması tam da egemen-egemenlik konusunun nasıl ve nereden keyfiyete çekilebileceğinin, sonucu tahmin edilemez yerlere götürülebileceğinin de anlatısı… Schmitt ve söyledikleri gerçek bir Türkiye hikayesini de özetliyor.