Sayın Öcalan’ın yıllardır defaatle vurguladığı gibi Kürt meselesi istense 40 gün içinde çözüme kavuşturulabilir. Çünkü çözüm isteyen bir muhatap ve barış isteyen bir halk var
Hasan B. Karabey
Saray gazetecilerinden Abdulkadir Selvi, kurgu tartışmalardan yola çıkarak Abdullah Öcalan‘ın ‘sözünün dinlenmediğini” ileri süren bir yazı yayınladı. Nitekim iddiaları hemen tekzip edildi.
Selvi’nin yazdıklarını Erdoğan’ın, çözüm sürecine “gönülsüzce” yaklaştığının bir örneği olarak okumak gerekiyor.
Saray ve çevresi bir yandan kayyım darbelerine devam ediyor, bir yandan da sayın Öcalan’ı itibarsızlaştırmaya çalışıyor.
Kayyım darbelerinin amacı Kürt halkının, Öcalan’a yönelik kara propagandanın amacı ise Türk halkının kafasında sürece ilişkin kuşkular uyandırmaktır.
Öyleyse bazı gerçekleri hatırlatmak gerekiyor.
Bir soruyla başlayalım: CIA ve MOSSAD sayın Öcalan’ı neden Türkiye’ye teslim etti? Dönemin başbakanı Bülent Ecevit, “bunun cevabını ben de bilmiyorum” demişti.
Abdullah Öcalan‘ın öylesine “hediye” edilemeyecek kadar önemli bir isim olduğu malum. Öcalan sadece PKK’nin kurucu lideri değil Kürtlerin ezici çoğunluğunun saygı duyduğu bir halk önderi. Böylesine etkili bir siyasi figürü “harcamak” yerine “kazanmak” daha akıllıca olmaz mıydı?
Aslında bu yol denenmiştir. Öcalan da buna değiniyor, “İsrail beni kendi çözümüne davet etti ama ben buna siyaseten ve ahlaken açık değildim” diyor (Demokratik Uygarlik Çözümü, Giriş Yazısı).
Öcalan kendisine yapılan teklifi kabul etmiş olsaydı bugün Avrupa‘da veya Amerika‘da bir çiftlikte ya da malikanede yaşıyor olabilirdi. Oysa o bölgenin ve dünyanın efendilerine “hayır” demenin büyük bedelleri olacağını da bilerek bu teklifi reddetti.
Öcalan’ın “hayır” diyerek uğruna özgürlüğünü feda ettiği ABD – İsrail teklifinin adı Büyük Ortadoğu Projesi’ydi
Öcalan’ı kendi projelerine “yardımcı oyuncu” olarak dahil edemeyenler onu Türkiye’ye teslim ederek cezalandırma yoluna gitti. Böylece “kendi çocukları” olan 28 Şubat generallerini de ödüllendirmiş oluyorlardı.
Öcalan’a yönelik uluslararası komplonun iç içe geçmiş bir dizi amacı vardı: Bir amaç zayıflamakta olan 28 Şubat rejiminin tahkim edilmesiydi. Aynı anda Öcalan’ın itibarsızlaştırılarak tasfiye edilmesi öngörülüyordu. Böylece yerine “işbirlikçi ve ilkel milliyetçi” yeni bir liderlik geçirmek mümkün olabilecekti. Bunu ise Kürt Özgürlük Hareketi’ne öncülük eden “devrimci yurtsever ve enternasyonalist” çizginin tasfiyesi takip edecekti. Bilindiği üzere Öcalan’ın kardeşi üzerinden bunları denediler.
Öcalan’ın ve devrimci yurtsever çizgisinin tasfiye edilmesi Kürt halkı için felaket olacağı gibi bundan Türkiye de zararlı çıkacaktı. En basitinden barışçı demokratik çözüm isteyen tek bir hareket ve tek bir liderlikle muhatap olma şansı kaybedilecekti. Doğacak kaos 28 Şubat rejimini ve militarist vesayeti kalıcı hale getirebilecekti.
Türkiye’yi yönetenler uçağa bindirilip kendilerine teslim edilmiş Öcalan’ın “yakalanışı” üzerinden ucuz milliyetçi şovlar tertiplemekte meşgulken Öcalan adım adım bu çok boyutlu komployu boşa çıkardı.
28 Şubat rejimi kalıcı olamadı ve Kürt meselesi yüzünden çöktü. Aynı anda yeni aktörlere teklif sunuldu.
Bu “yeni aktör” Recep Tayyip Erdoğan‘dan başkası değildi. ABD’ye davet edildi, İsrail lobisinin ve Neo-Con’ların kilit isimleriyle toplantılar yaptı. İktidara gelebilmek için Öcalan’ın siyaseten ve ahlaken uygun görmediği teklifin üstüne “balıklama” atladı ve BOP Eşbaşkanlığı’na gönüllü oldu.
Tabii bu noktada akla “yerli ve milli olma” meselesi geliyor ama üzerinde durmayıp başka bir soru soralım:
Öcalan ABD-İsrail projesine yedeklenmeyi kabul etmeyerek çok büyük bir suç mu işlemiş oldu ki Türk devleti onu rutubetiyle insanı çürüten bir adada, dünyayla ve hayatla bütün bağlarını kopararak ağır bir tecrit altında yaşamaya mahkum etti? Acaba ABD ve İsrail’in kendisi bu kadar acımasız ve kindar davranır mıydı?
Akıl ve vicdan sahibi Türklerin bunun üzerine düşünmesi gerekir.
Sayın Öcalan kendisine, hareketine, halkına ve Türkiye’ye yönelik komployu boşa çıkarmakla kalmadı, kitaba erişiminin bile sınırlı olduğu ağır tecrit koşullarında büyük bir zihinsel çaba harcayarak ciltler dolusu kitap yazdı. “Demokratik Modernite Paradigması” olarak bilinen kuramsal çerçeveyi ve buna bağlı çözüm önerisini geliştirdi. Tezlerini anlatma ve tartışma imkanları yok denecek kadar sınırlı olmasına rağmen Kürt siyasetini bir bütün olarak ve firesiz geliştirdiği paradigmaya kazanmayı da başardı.
Abdullah Öcalan’ın savunmalarını ve kitaplarını okuyanlar paradigmasının merkezine “demokrasi” kavramını yerleştirdiğini görecektir. Yazar halkının kadim tarihini ortaya koyuyor ve Kürtlerin Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleştirilmesi mücadelesinde öncü rol üstlenebileceği ve üstlenmesi gerektiği sonucuna varıyor.
Öcalan kendisine yönelik benzersiz uluslararası komplonun kendisini “küresel liberal sistemin ikiyüzlü doğası” üzerine yoğunlaşmaya yönelttiğini söylüyor. Meselenin Kürt sorununu doğuran Kemalist ulus-devlet paradigması ile hesaplaşmanın ötesine geçmeyi gerektirdiğini fark ederek bir bütün olarak ulus-devlet paradigması ve kapitalist modernite ile hesaplaşmaya girişiyor ve bunun alternatifinin ne olması gerektiği sorusuna yanıt arıyor.
Ulus-devlet meselesi üzerine epeydir canlı tartışmalar sürüyor. Benedict Anderson, Eric Howsbawn, Ernest Gellner gibi yazarlar ufuk açıcı çalışmalar yayınladılar. Küreselleşme dönemi ile birlikte ulus-devlet paradigmasının zayıflıklarına ve yarattığı sorunlara odaklanan akademik çalışmalarda adeta patlama yaşandı. Jurgen Habermas gibi düşünürler alternatifler üzerine kafa yoruyor. Öcalan’ın bu tartışmaları dikkatle takip ettiği anlaşılıyor.
Öcalan’ı akademisyenlerden ayıran şey ise onun aynı zamanda dünyanın en büyük sosyal-ulusal hareketlerinden birinin liderliğini yapıyor oluşu. Onun çalışmalarında teori ve pratik “praksis” halini alıyor.
Öcalan demokrasiyi sadece kendi halkı için değil bütün Türkiye ve Ortadoğu halkları için istiyor ve onu kazanmanın yolunun halkların birleşik mücadelesinden geçtiğini savunuyor. Onun yazdıklarını okuduğumuzda sadece en olumsuz koşullarda harcadığı zihinsel emeğe saygı duymakla kalmıyoruz, emperyalizmin ve siyonizmin “cazip tekliflerini” neden kabul etmediğini de kavrıyoruz. Onun ahlakı ve yolu başkadır. Dünyaya avcıların değil aslanların tarafından bakmaktadır. Ezici çoğunluğu emekçilerden ve yoksullardan oluşan mazlum halkı da onu bu yüzden “güneşimiz” diyerek seviyor.
Öyleyse ve böylece Abdullah Öcalan’ın dışarda uluslararası komploya ve içerde ağır tecride rağmen ayakta durmayı ve çözümün baş muhatabı olarak kalmayı neden ve nasıl başarmış olduğunu da anlıyoruz. Çünkü üzerine bastığı zemin sağlamdır. Milyonların sevgisini ve güvenini kazanan bir “halk önderi” olmak kolay değildir, bu milyonların düşünce ve özlemlerine tercüman olabilmeyi gerektirir. Kürt halkı “biz özgürlükçü demokrasi zemininde, eşit haklılığa dayanan bir kardeşliğe gönüllüyüz” diyor. Öcalan bu son derece haklı ve samimi arzunun paradigmasını geliştiriyor ve liderliğini yürütüyor.
Dolayısıyla “Öcalan’ın sözü dinlenmiyor mu”, “acaba eski lider mi, hala lider mi” gibi tartışmalar boş ve bühtandır. Böyleleri çözüm istiyorlar mı istemiyorlar mı ona karar vermelidir. Çözüm isteyen için muhatap da baş müzakereci de bellidir.
Sayın Öcalan’ın yıllardır defaatle vurguladığı gibi Kürt meselesi istense 40 gün içinde çözüme kavuşturulabilir. Çünkü çözüm isteyen bir muhatap ve barış isteyen bir halk var. Anormal olan tarihin ve coğrafyanın kaderlerini birleştirdiği ve bin yıldır kardeşçe yaşamış olan Kürt ve Türk halklarının bunca yıl çözümsüzlüğe mahkum edilebilmesidir.
Dün militarist – bürokratik vesayet rejimi azınlık iktidarını ayakta tutmak için terör umacısını kullanıyordu; çıkarını çözümsüzlükte görüyor ve çözüme ayak diretiyordu. Bugün kimler ve hangi amaçlarla çözümsüzlükten medet umuyor? Türkiyeli yurtseverlerin bunun üzerinde düşünmesi gerekir.
Sonuç olarak hangi makamları işgal ediyor ve hangi amaçlarla hareket ediyor olurlarsa olsunlar, bu kez çözümsüzlük yanlıları yenilmeye mahkum. Darbeler ve kara propagandalar nafile. Kürt halkının örgütlü gücü ve itibarlı önderliği onların kirli hesaplarını bozacak ve Türkiye’nin önünde tertemiz bir sayfa açacak.