Bütün dinlerin önemsediği en önemli konu ahlaktır. Ahlak konusunu es geçen bir din yoktur. İnsanı, insanlığına yakışır kılan ve onu güzelleştiren şey temelde ahlaktır. Güzel ahlaklı bir kimse ile güzel ahlaklı olmayan bir kimse arasında değer açısından ciddi fark vardır. Ahlak kısmen görece olsa da evrensel diyebileceğimiz birçok ilke ve esas üzere kuruludur. Bu yönüyle de ahlak birçok hususuyla evrenseldir ve evrensel ahlaktan rahatlıkla söz edilebilir.
Hırsızlığın, cinayetin, tecavüz vb eylemlerin kötü olduğu herkesçe kabul edilir. Hiç kimse bunların iyi ve güzel olduğunu savunamaz. Keza yardımlaşmanın, paylaşmanın, dayanışmanın vb eylemlerin de iyi olduğunu herkes bilir ve kabul eder.
Elbette iyi ve kötüyü bilmek, kabul etmek kafi gelmez, lakin burdan çıkan sonuç ahlakın evrensel kabul gören özelliklerinin oluşudur.
Bilmek icra etmeye yetmez. Bilmek iyi olanı yaşamsal kılmaya; kötü olanı yaşamdan çıkarmaya kifayet etmez.
Bilinenleri yaşamsal kılmak da apayrı bir meziyet ve daha üstün bir ahlaki donanım gerektirir.
O yüzden ahlak konusunda güzel, iyi veya kötü olanı bilmek ahlaklı olmaya götürmez.
Ahlak yaşamsallaşınca ve yaşamsal kılındıkça değer kazanır. Kuru bir güzel ahlak bilgisinin kıymeti yoktur.
Dinlerin, öğretilerin ahlak anlayışlarını birbiri ile yarıştırmak verimli bir sonuç doğurmaz.
Her bir öğretinin değerlerinden istifade etmek onlarla donanmak daha insani ve daha makul olandır. Bu nedenle de sadece bir öğretinin ahlak anlayışı ile kendini sınırlamak insanın potansiyeline sınır koymaktır. İnsan potansiyelinin tahdidi, insanın ve insanlığın gelişimini engeller.
Hz. Muhammed “Ben ahlakın güzelliklerini tamamlamak üzere gönderildim” der. Bu sözü genelde “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gonderildim” şeklinde tercüme edilir. Oysa orijinal ifadesi böyle değildir. İkisi arasında fark vardır. “Ahlakın güzelliklerini tamamlamak” kendinden önceki ahlak anlayışlarında da güzelliklerin olduğu kabulü içerir. Bu da O’nun ahlak konusunda ne kadar ahlaklı davrandığının göstergesidir.
Geçen hafta TBMM’de şans oyunları ile ilgili düzenleme üzerine HDP Diyarbakır Milletvekili Sayın Garo Paylan’ın ortaya koyduğu tavır ve sorduğu soru sarsıcı bir tavır ve soru idi.
Bir tarafta kendilerini üstün bir din ve ahlak anlayışına nispet edenlerin kumarı, haksız ve lumpence kazancı savunmasının ibretlik hali; öbür tarafta kendilerine göre “batıl”(!) bir dinin mensubu birinin buna karşı ortaya koyduğu ders vermelik hali.
Bu manzara bize ahlaklı olmanın bir yönüyle dinler ve inançlar üstü bir tutum olduğunun da ispatı.
Hiçbir din kumarı, haksız kazancı, üretmeden mülk edinmeyi hoş görmez, hepsi de bunu kötü ve haram görür. Ama buna rağmen ahlaklı olmayı nefsinde düstur edinmemiş kimse hangi dine mensup olursa olsun oğretisinin tersi bir pozisyon alma ahlaksızlığını rahatlıkla sergileyebilir.
Bütün mesele ahlaklı olup olmamayı tavırlarında ortaya koymaktır.
Kim ahlaklı olmayı daha çok başarırsa, erdem de, “Salih amel” de onundur.
Garo maruf ve meşru olanı savunurken; İslamın kalesinin(!) neferleri münker ve menfur olanın arkasında durdu.
Şimdi sorarım size sizin dininize göre kim daha erdemli, kim daha Allah’ın iyi kulu?
Sayın Garo Paylan ile orjin itibari ile dinlerimiz ve inançlarımiz birdir. İsimler ve ritueller farklı olsa da…
Ahlaktan yoksun bir din ve inanç; Ali Şeriati’nin deyimiyle “eşekleştirmenin” yolu ve aracıdır. Bilinç ve ahlak üzere kurulu olmayan bir dinden Allah’ın murad ettiği bilinç ve ahlak dinine sığınırız.