Kadim tarih tanıktır: Her savaş, her çatışma ve ihtilaf bir yalanla başlamıştır. Muharebe meydanları, egemen sınıfın yalanlarıyla galeyana gelen, marşlar ve çiçekler, şatafatlı törenlerle savaşa gönderilen, çoğunluğu ezilen ve sömürülen sınıflardan genç insanların kemikleriyle doludur hâlâ. Çoktan çürümüş cesetleri bile işe yaramaktadır: “Kahramanlık türküsü” yalanlarının nesnesi olarak! Zihinlerini esir alan milliyetçilik vebası, emeğinden başka satacak hiçbir şeyi olmayan genç kitleleri katil sürüsüne dönüştürmüştür. Kurt Tucholsky 1931’de “Cinayet mi dedim? Tabii ki cinayet. Askerler katildir” diye boşuna yazmıyordu.
“Bebekten cani yaratan” yalanları kanıtlamak için tarihte fazla geriye, geçen yüzyıllara gitmeye gerek yok. Yakın tarihe bakmak yeterlidir: NATO’nun Yugoslavya’ya yönelik saldırı savaşına katılmak isteyen Alman egemenleri, hem de sosyal demokratların ve pasifist (!) Yeşillerin ağzından, “yeni Auschwitz” söylemine sarılmıştı. Daha NATO bombardımanlarının dumanları dağılmadan bu söylemin koca bir yalan olduğu ortaya çıkmıştı. Ama olsun, ne de olsa 1990’a kadar sistem alternatifine cephe ülke olunması nedeniyle savaşlara doğrudan katılamayan Alman sermayesinin kana olan susuzluğu bir nebze giderilmişti.
ABD emperyalizmi 11 Eylül saldırılarını gerekçe göstererek 2001’de Afganistan savaşı ve işgalini başlattığında, gene yalana başvuruyordu. 11 Eylül saldırılarının asıl sorumluları Suudi Arabistan’dayken, zamanında CIA tarafından eğitilen, finanse edilen ve silahlandırılan Taliban çeteleri baş düşman ilân edilmiş, “teröre karşı topyekun savaş” yalanıyla emperyalist müdahale savaşlarına yeni bir ivme katılmıştı.
Daha sonra Irak’a saldırılmadan önce kitle imha silahları yalanı yaygınlaştırılmış, BM Güvenlik Konseyi’nde dünya kamuoyunun gözüne baka baka söylenen yalanlarla, BM Şartına aykırı savaş ve işgal harekâtı başlatılmıştı. Aynı şekilde Fransa öncülüğünde NATO üyelerinden oluşan bir koalisyon Libya’da islamist çetelerin hava kuvvetleri sıfatıyla bombardımanlara başlamadan önce de kitle imha silahları yalanlarına başvurulmuştu. Yalanlar önce gerçeği, hemen ardından on binlerce insanı katletmişti. Demek ki “yalandan ölen mi var” deyiminin kendisi yalan…
Bugün ise yeni (aslında her zamanki) yalanlar üretilerek savaşın makina dairesi daha da ısıtılmaya çalışılıyor. Bunların başında Rusya Federasyonu’nun Doğu Avrupa ve Ortadoğu’da tehdit oluşturduğu yalanı geliyor. Hoş, Putin Rusya’sı da “sütten çıkmış ak kaşık” değil nihâyetinde, ancak Putin hükümetinin “hükümranlık hakları korunmalı” ve “askerî şiddet kullanımı için BM Güvenlik Konseyi onay vermeli” talepleri, emperyalist saldırganlık için önemli bir engel teşkil ediyor. Ayrıca Rusya Federasyonu’nun Esad rejimine destek vermesi ve NATO’nun “Rusya’yı NATO üyesi ülkelerle kuşatma” projesini boşa çıkarması da işin cabası.
Tüm bu çetrefilli koşular altında, küresel düzen gücü olmayı hedefleyen Alman emperyalizmi oyuna doğrudan katılmaya çalışıyor ve “Suriye hükümeti İdlib’de zehirli gaz kullanacak” yalanı bizzat, artık fiilen savaş bakanı hâline gelmiş olan Federal Savunma Bakanı von der Leyen tarafından dolaşıma sokuluyor. Rafine bir demagojik kampanya ile, “Federal Ordu Suriye’de misilleme eylemlerine katılmalıdır” söylemi egemen kamuoyu görüşü hâline getirilmeye çalışılıyor, ki Erdoğan’ın yakında yapacağı Almanya ziyaretinin asıl konusu İdlib olacak. Bu açıdan Almanya’daki burjuva basınının “Hükümet, Türkiye’de demokrasi ve insan hakları için Erdoğan’a baskı uygulamalı” yalanlarına pek kulak asmamak gerekiyor. Kulağımıza küpe yapmamız gereken tek gerçek ise, burjuvazinin her daim yalancı olduğunu unutmamaktır.